Başbuğ’un “onurlandırma ”sına ihtiyacımız yok!
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un, özellikle son günlerde nasıl bir “halet-i ruhiye” içinde olduğunu bilmiyorum... “Neşeli” midir, “hüzünlü” mü?.. “Kızgın” ve “öfkeli” midir, yoksa “hoşgörülü” mü?.. Ama, “susmak” ve “içine atmak” yerine “konuşma”yı tercih etmesi, bence hayra alâmet... Konuşmayıp da, “sinsi plânlar” yapmayı tercih etseydi, işte o zaman korkmak gerekirdi... Çünkü, konuşmayıp da susan bir insanın nerede nasıl patlayacağı hiç belli olmaz... “Fay hattı”nda biriken stres, nasıl ki “şiddetli bir deprem”e, dolayısıyla “yıkım”lara yol açabilir, “insan” da böyledir!.. Bir “stres boşalması” yaşamalıdır ki, rahatlasın!.. Bana öyle geliyor ki; Genelkurmay Başkanı da bunu yapıyor.. Konuşarak; hem kendisi rahatlıyor, hem de askerleri rahatlatıyor... İşin doğrusu, bizler de rahatlıyoruz.. Öyle ya, hem Genelkurmay Başkanı’nın “ruh dünyası”nı öğreniyor, hem de “olaylara bakışındaki” mantık yapısını!.. Tekrar söyleyelim; “içten pazarlıklı” bir Genelkurmay Başkanı’na sahip olmaktansa, “konuşan” bir Genelkurmay Başkanı’na sahip olmak, ülke için bir kazançtır.. Konuşmayıp da; “intikam” hisleriyle “darbe plânı” yapmaya kalkışsaydı, halimiz nice olurdu?..
YAŞ’ZEDELERLE NİYE İLGİLENMEDİ?
Bunu böylece ifade ettiğimize göre, gelelim asıl mevzumuza... Efendim, Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ; Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu ve Milliyet’in Ankara Temsilcisi Fikret Bila’ya ayrı ayrı açıklamalar yapıp, “gündemdeki konular”la ilgili görüşlerini açıklamış!..
Meselâ, mahkeme tarafından kabul edilen “iddianame”ye, “Ergenekon’un Erzincan yapılanması”nın “1 numaralı zanlısı” olarak giren 3. Ordu Komutanı Org. Saldıray Berk’le ilgili olarak, demiş ki;
“Şimdi bu durumda Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı olarak bizim sorumluluklarımız var. 3’üncü Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’e karşı olan özel sorumluluklarımız var. Astlarımızın karşı karşıya kaldığı sorunlarla yakînen ilgilenmek mecburiyetindeyiz. TSK iç hizmet yasasında var bu görev, gerekirse aile sorunlarıyla bile ilgileniriz. Ayrıca Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı olarak konuya ilişkin sorumluluklarımız söz konusu.”
Olaya “insani” açıdan bakarsak, diyecek bir sözümüz yok!.. Sayın Başbuğ, bu sözleriyle; “vefa”nın; bir “semt adı” ve “boza markası” olmadığını göstermiştir ki, “takdir” etmemek mümkün değil!..
Ama, yine “insani” açıdan bakarak, kendisine şunu da sormak durumundayız: Sayın Başbuğ, “Yüksek Askerî Şûra kararları” ile TSK’dan atılan subay ve astsubaylar için “aynı duyarlılığı” acaba niye göstermemiş, bu durumdaki “3 bini aşkın subay ve astsubay”ın aileleri ile niye yakından ilgilenmemiştir?..
Ki, Org. Saldıray Berk, hiç olmazsa “kendini savunma” imkânına sahiptir!.. “YAŞ’zedeler” ise, bir anlamda “yargısız infaz”a uğramışlar, “kendilerini savunma” imkânından bile mahrum bırakılmışlardır!..
Olaya, “insani boyut”tan bakarsak, durum böyle... Ama, olayın bir de “hukuki boyutu” var!..
Sayın Başbuğ, birkaç ay önce yaptığı bir konuşmada; “Hukuka saygılı, demokrasiye bağlı” olduklarını söylemişti...
Peki, “hukuka saygılı” olduklarını deklâre eden bir Genelkurmay Başkanı, bugün kalkıp da “yargıya müdahale” olarak yorumlanabilecek sözler sarfeder mi?..
Öyle ya; savcı “iddianame”sini hazırlamış, mahkeme de bunu kabul edip, “duruşma günü”nü deklâre etmiş!..
Bundan sonrası, “yargı”nın işi!..
“İddia”lar ortaya konulacak, Org. Berk de kendisini savunacak... “Suçlu” bulunursa “ceza”sını çekecek, “masum” bulunursa görevinin başına dönecek!..
Yani, nihaî kararı “yargı” verecek!..
Peki, daha “Org. Berk’in savunması” bile alınmadan, Org. Başbuğ’un ona sahip çıkması, “yargıyı etkilemeye” yönelik bir tavır değil midir?..
Bir “tezat” yok mu ortada?..
Hem “hukuka bağlı” olduğunu söyleyeceksin, hem de hukukun işine karışacaksın!..
Bırak; hukuk, görevini yapsın!..
Neymiş;
Kendisiyle çeşitli defalar yaptıkları görüşmelerde Org. Saldıray Berk diyesiymiş ki;
“İddia edilen olaylarla hiçbir ilgim bulunmamaktadır!”
İyi ya işte!..
Madem “ilgisi” yok, çıkar “yargı”nın karşısına, savunmasını yapar ve alnının akıyla sıyrılır bu işten!..
Savunamayacağı bir durum” mu var ki, arkasına “TSK’nın gücü”nü almak mecburiyeti hissediyor?..
Uzun lâfın kısası;
Sayın Başbuğ; “Org. Saldıray Berk’e karşı özel sorumluluklarımız var” diyerek, “yargıya müdahale” olarak yorumlanabilecek sözler sarfetmekten vazgeçmelidir!..
Tabiî, gerçekten “hukuka saygılı” ise!..
Bırakın, hukuk, kendi işini yapsın!..
TSK NİYE BİLGİ VERMEDİ?
Sayın Başbuğ; genellikle “kavun, karpuz, portakal ve patates” taşımada kullanılan “kamyon”ların, “bomba” taşımada da kullanıldığının ortaya çıkması üzerine de demiş ki;
¥ “Saat 15.57’de gelen ihbarda, araçta askerî personel olduğu belirtiliyor. Bu durumda polis yetkilileri ve savcının askerî makamlarla bilgi teatisine girme gereği duymaması, benim için çok önemlidir.”
¥ “17 Aralık 2009’daki Trabzon konuşmamda, ‘TSK’yı ilgilendiren konularda bizimle bilgi alışverişi yapılmalıdır. Aksi halde kurumlar arası çatışmalar olabilir’ demiştim. Maalesef bu tip olaylar yaşıyoruz.”
İyi, hoş da, sorarlar insana;
“Savcı ve polis”, niye askerî makamlarla bilgi teatisine girme ihtiyacı duysun ki?..
“Eylem” yapan sizsiniz... Asıl sizin “bilgi teatisi”ne girmeniz gerekmiyor mu?..
Eğer siz, daha en başından “bilgi” vermiş olsaydınız; ne o “bomba yüklü araç” durdurulurdu, ne de üzerinde bu kadar spekülasyon yapılırdı..
Eğer bir “bilgi alışverişi” yapılacaksa, eğer “kurumlar arası çatışma” olması istenmiyorsa, bu bilgiyi niye “kamyona bomba yükleyenler” vermiyor da, bu bilgi polis veya savcıdan bekleniyor?..
Ne yani; TSK’nın “bilgi vermeme” gibi bir ayrıcalığı mı var?.. “Portakal” veya “patates” taşıyan kamyonlar bile ilgili yerlere bilgi vermek zorundayken, üzerinde “bomba” gibi “riskli bir yük” bulunan kamyonlar, niye “habersiz” yola çıkarılıyor ki?
Ondan sonra da, kalk, “kamyonu niye aradınız” diye “savcı ve polisi” suçla!.. Savcı ve polis, o bombaların “TSK’ya ait” olduğunu nereden bilsin?.. Hele, “TSK’nın kamyonları” dururken, “sivil kamyon”lara bomba yüklendiğini nereden bilsin?..
Öyle ya; o bombalar “TSK’ya” değil, pekalâ “PKK’ya” ait de olabilirdi?..
Neyse ki, Sayın Başbuğ; “TSK’nın da hataları var” diyerek, hiç olmazsa sorumluluklarını kabullenmiş!..
Aksi halde; “hem suçlu, hem güçlü” durumuna düşecekti!..
O GAZETELER, ŞİMDİ ONURLANDI MI?
Sayın Başbuğ’un bir sözü daha var ki; üzerinde uzun uzun durulmalı diye düşünüyorum.
Demiş ki;
“Önyargıya dayanmayan ve doğru bilgilere dayanarak yazan ve konuşan herkese saygı duyarım. Bugüne kadar, önyargılı ve doğru bilgiye dayanmadan yazan ve konuşan hiçbir kimseyi kişisel olarak muhatap almadım, bundan sonra da muhatap alarak o kişileri de onurlandırmak istemem!.. Ayrıca her yazanın ve söyleyenin, yazan veya söyleyen kişinin, kendi karakter yapısını, bilgisini ve seviyesini gösterdiğine de inanıyorum.”
Hiçbir itirazım yok...
Gerçekten de; “yazılan” her satır, “söylenen” her lâf, “kişinin karakteri”ni ortaya koyar... Yukarıdan beri aktardığım sözler de, herhalde Sayın Başbuğ’un nasıl bir “karakter” yapısına sahip olduğunu göstermiştir!..
Bunun değerlendirmesini sizlere bırakıyorum.
Ama benim, şu “onurlandırma” ile ilgili olarak birkaç çift lâfım olacak!..
Açık ve net söyleyeyim:
Vakit gibi, “bağımsız, bağlantısız ve güdümsüz bir gazete”nin “özgür bir yazarı” olarak, hiç kimse tarafından “onurlandırılmaya” ihtiyacım yok!..
Bu, Sayın Başbuğ da olsa!..
Sayın Başbuğ; nihayetinde “benim vergilerimden maaş alan, güvenliği sağlamakla görevli bir bürokrat”tır!..
Eğer “onurlandırması” gereken birisi varsa, o da, “Org. Başbuğ” değil, “millet”tir, “vatandaş”tır!.. Benim vergilerimle orada duran bir insan, beni nasıl onurlandırabilir ki?!..
Dediğim gibi;
Sayın Başbuğ, nihayetinde bir “bürokrat”tır ve “maaş”ını da benim vergilerimden almaktadır... Benim ona değil, onun bana “şükran” duyması gerekir!..
Sırtındaki “üniforma”dan tutun da, belindeki “tabanca”ya ve ayağındaki “çorap”lara varıncaya kadar, parası, “benim” cebimden, yani “milletin cebi”nden çıkıyor!..
Böyle bir insanın; yani “milletin ordusu”nun başındaki bir insanın, insanları “kategorize” etmeye hakkı yoktur!..
Kaldı ki; “millete tepeden bakış”ın ifadeleri olan bu sözleri biz çok duyduk... Sırtlarında “üniforma”, bellerinde “silah” varken kendilerini “güçlü” sanan ve “mağrur” olan nice komutan gördük ki; “üniformalarından sıyrıldıkları” anda, “çırılçıplak” ortada kalmışlardır!..
Pardon, “çırılçıplak” değil;
Kendilerine “etek” giydirilmiştir!..
Hem de, “onurlandırılan gazeteler” tarafından!..
Sayın Başbuğ’a hatırlatmak isterim;
“Milletin giydirdiği üniforma”lardan sıyrıldığınız anda, acaba “demeç” verebileceğiniz bir gazete bulabilecek misiniz?..
Buna, “muhatap” alıp da “onurlandırdığınız” gazeteler de dahil!.. Bakalım o zaman sizin yanınıza gelip de “demeç” isteyecekler mi?..
Haa, sahi;
“Terör devleti İsrail’in teröristbaşı Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi’nin de katıldığı” Ankara’daki bir toplantıda dün demişsiniz ya;
“Toplumun terörle mücadeledeki kararlılığı çok önemlidir. Bu nedenle teröristlerin, algı yöntemine uygun ortam oluşturmak amacıyla yaymaya çalıştığı dehşet ve korkunun önüne geçilmesi için, toplumun her katmanına, herkese ama en çok da medyaya önemli görevler düşüyor.”
Eklemişsiniz; bazı “görüntü”lerin ekranlarda evire-çevire verilmesinin “teröristin ekmeğine yağ sürmek” olacağını söylemişsiniz!..
İyi hoş da;
O görüntüleri döndüre döndüre, evire çevire veren kim?.. Sizin “muhatap” aldığınız ve dolayısıyla “onurlandırdığınız” gazete ve televizyonlar değil mi?..
Hayır, “bizi de onurlandırın” demiyoruz...
Çünkü bizim “onurlandırılmaya” hiç ihtiyacımız yok!.. Hele de; hem “hukuka saygılı” olacağını deklâre eden, hem de “yargıya müdahale” etmekte sakınca görmeyen bir Genelkurmay Başkanı tarafından!.. Hayır, istemiyoruz; “onur”unuz da sizin olsun, “gurur” ve “kibir”iniz de!..
Yeter ki, “tepeden bakmayın” millete!..
Başka ihsan istemez!..
Konuşun Sayın Başbuğ, konuşun!..
Konuşun ki, sizi iyi tanıyalım!..
============
CHP’nin asıl sorunu!
Sakın, CHP’liler, kendilerine “hakaret” ettiğimi filân düşünmesin... Sadece “CHP’nin durumunu en iyi anlattığı” için “Bokböceği” örneğini vermek istiyorum... Bilen bilir, “bokböcekleri”, içine “yumurta”larını koydukları “dışkı artıkları”nı, arka ayaklarıyla yuvarlaya yuvarlaya, emin bir yere bırakırlar... Bazen, bir “bitki kökü”ne çarparlar ve o yuvarlak, “iniş aşağı gitmeye” başlar... Zavallı bokböceği, iner aşağı, yeniden “yukarıya” yuvarlamaya başlar!.. Yine çarpar, yine aşağı yuvarlanır!.. Bokböceği; bıkmadan-usanmadan onu yine yukarı taşımaya çalışır!..
“CHP’nin hâli”ni görünce, o manzara geldi gözlerimin önüne... CHP, ne zaman “yukarı tırmanmaya” başlasa, bir “engel” çıkıyor karşısına!.. Kâh Onur Öymen’in “Dersim” engeli, kâh Mersinli kadınların “çarşaf yırtma” eylemi!.. Son olarak da, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “genel af” çıkışı!..
Hasılı kelâm; CHP, bir türlü “yukarı tırmanmayı” başaramıyor!.. Tam “yükseliyor” ki, yine “aşağı yuvarlanmaktan” kurtulamıyor!..
“CHP’nin asıl sorunu nedir?” diye düşünüyorduk ki; CHP’li Muharrem İnce, teşhisi koymuş:
“CHP’nin sorunu sevgisizlik! Örgütlerimiz, birbirini sevmiyor!..”
Söyleyin hele; birbirini sevmeyen insanlar, milleti hiç sever mi?..