Dulkarı suratlı mağduriyet
Mide bulandırıcı, yağımsı ve yapışkan bir şey. Görüntü bakımından gayet ölgün, erkeği ve dişisi hepsinin parmak uçlarına kadar sinmiş bir ikiyüzlülük oyunu. Kendinden olanı yabancıdan daha evvel aşağılama eğilimi. Kendini, ancak kendisine benzeyenden farklı göstererek basamakları tırmanacağı umudu. Kendisi gibi birini görünce, üzerindeki giysiyi bir başkasının üstünde görmüş gibi kaçacak delik aramak. Ağlak suratlar… Sokak sokak, cadde cadde, bulvar bulvar, meydan meydan ağlak suratlar. Ellerinde madeni alışveriş arabalarıyla oturma odalarımızdan bile geçmeye başlayan o uğultulu, yılgın, telaşlı, terli kâbus.
İşte bu kâbusun tam ortasına yerleştirilen, 28 Şubat sonrasının travma geçirmiş dindarına/muhafazakarına reva görülen hayat!
“Bu gerçeği kabul et, böyle yaşamaya alış, ara formül bul, bekle, sızlan; ve fakat bir kez bile olsun itiraz etme!”
Dindarlara önerilen bundan başkası değildir. Hepsinden kötüsü, dindarların dindarlara önerdiği de artık budur.
Vesayet sistemi öncelikle dindarın kafasının içinde kurulmak istenmiştir. Kendi hakkını kendisi savunmaya kalktığında “çember sakallı ve kara çarşaflı klişesi içinde betimlenen bir gerici faşist” olma korkusu bütün hücrelerine sirayet ettirilmiştir.
Bu bakımdan liberalin imdada yetişmesi ve böylece vesayetin kurulması gerekir. Ancak ondan sonra ve nihayet liberalin lütfetmesiyle mağduriyet oyunu başlayabilir.
Dindar bu oyunda sadece konu mankenidir. İnisiyatif bütünüyle liberaldedir. Kendisi hakkında konuşması yasakken, sorulduğunda Heybeliada Ruhban Okulu, Ermeni tezleri ve hatta eşcinsellerin mahrumiyetleri konusunda “Bakın herkes için özgürlük istiyorum” diyerek, liberal ağa babalarının yüzlerini ağartacaktır.
İşte yenilmişlik duygusu; ölümüne yenilmiş, ihanetine yenilmiş, her şeyini sonuna dek satmaya yenilmiş. Yenilmemiş olsa bile yenilmiş.
Orta Anadolu çanağında böylelerine “dul karı suratlı” denir. Eline dünyaları versen bile hastalıklı bir melankoli sürekli peşlerindedir. Mütemadiyen mağdurdurlar.
Hükümete gelirler, sinemaya giderler, ihale kaldırırlar, adam hapsederler, bin türlü oyunbazlık yaparlar… lakin yine de, sanki inadına gibi o suratları hiç değişmez.
Ceset gibidirler. Ölürken çekilen ızdırabın yüzde bıraktığı donuk tebessümle gezerek, gittikleri her yeri, değdikleri her cismi bu uğursuz tebessüme boğarak kendileştirirler. Korkunç bir kâbusun tam ortasındaymışçasına kaçarken telaşla bindiğiniz taksinin şoförünün dönüp “Nereye?” diye sorduğunda yüzünde beliren o sinsi tebessüm, nasıl bir korku klişesi içinde olduğunuzu kusar yüzünüze. Sanki her yerdedirler; değişik siyasi partiler, kıyı kasabaları, uzak ülkeler.. hiç fark etmez.
Onlar! her birimizi içerden fethe yemin etmiş yecüc mecuc sürüsü… Ad ve Semud Kavminin, Sodom ve Gomore’nin sakinleri…
İrademizi kemire kemire ve her birimizi pişkin, yılışık, her daim saçları okşanmaya hasret mağdur yavrucaklar gibi ortalık yerde çırılçıplak bırakmaya azmetmişler.
Ki Liberal, olanca heybetiyle gölgesini üzerimize salsın, ruhlarımıza esenlik bahşetsin ve şişindikçe şişinsin. Ve bu gölgenin altında çelimsiz, kara kuru, müzmin mağdurcuklar olarak sadece yaşayabilelim. Ne hayat ama…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.