Kâbe, revaklar, deprem ve tuvalet kütüphanesi...
Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş, Âmentü Şerhi (Büyük İlmihal) kitabının yazarı merhum Binbaşı Numan Kurtulmuş’un torunu. Diğer bir tabirle, dedesinin torunu
Bendeki Âmentü Şerhi kitabı 1962 tarihli. Taa ortaokuldayken ilk okuduğum kitaplardan biri. Üzerimde çok tesiri olan bir kitaptır. Güzel bir eser. Okunmasını arzu ederim. Hâlâ basılıyor mu bilmem.
Numan Bey bir muhalefet partisinin genel başkanı. Ama diğerlerinden farklı. Onlar gibi, “İktidar partisi ne yaparsa yanlıştır” demiyor. Evet o da yanlış gördüğü yerlerde tenkidini yapıyor ama efendice, medenice
Numan Bey’in hükümete güzel bir teklifi vardı. Söyledi, duyuldu ama galiba üzerinde pek durulmadı. Gönül o güzel teklifin unutulmasını, boşa gitmesini istemiyor. Mesele şu:
Suud hükümeti, Kâbe-i Muazzama’nın etrafını genişletiyor. Onun için, dedelerimiz Osmanlı’nın orada yaptığı revakları yıkacaklar. Numan Bey, bu revakların parçalanmadan Türkiye’ye getirilmesini veya İstanbul’da Topkapı Müzesi veya Ankara’da Kocatepe Câmii etrafına yerleştirilmesini teklif ediyor.
Hem yerinde bir teklif hem de Suudî Arabistan ile Türkiye arasındaki vaziyet şu anda buna çok müsait. Şöyle ki:
Kral Faysal ödülüne Sayın Başkakan’ı layık gören Suûdî hükümeti, Türkiye’den gelecek böyle bir teklife asla hayır demez. Yeter ki biz isteyelim
Asırlardır nice Allah aşıklarının iniltilerine, gözyaşlarına ve ibâdetlerine şahit olmuş ve nice cennetlik insanlar görmüş olan Kâbe etrafındaki o revakların moloz halinde atılmayıp, Türkiye’ye getirilmesi, unutulmayan bir hizmet olacaktır
Sayın Başbakanım!
Bu istek tek kişinin isteği değildir. Bunu milyonların isteği olarak düşünün ve lütfen bu meselenin üzerinde durun
Bu isteğin gerçekleşmesi, imanlı gönüllerin inşirahına sebep olacaktır
Hürmetlerimle
Elham ve Kuluvallahü duâsı(!)
Sayın Şamil Tayyar, yazılarında mühim meselelere parmak basmasıyla dikkat çeken bir yazar arkadaşımız. Geçen hafta kaleme aldığı “Darbe olacak Şevket abi” başlıklı yazısındaki iki kelime de benim dikkatimi çekti. Şamil Bey, “Bir Elham üç Kuluvallahü duası” diye yazmış.
Evet İlim sahibi olmayanlar, “Elhamdü” diye başlayan Fâtiha sûresine “Elham” derler, ama okur-yazar takımına böyle söylemek yakışmaz; bu bir... İki, “Kuluvallahü” diye bir şey yok. Bununla kastedilen, “Kul hüvallâhü” diye başlayan İhlas sûresidir, ama yazılış yanlış
Üçüncüsü de, bu sûrelere “duâ” denilmesi.
Türkiye gibi bir memlekette doğup büyüyen bir yazar arkadaşımız, eğer Müslümanların en çok bildiği ve çocuklarına ilk olarak ezberlettiği iki sûrenin isimlerini yazarken yanılır, daha da ilerisi sûre ile dûanın farkını bilmez ve sûreyi duâ diye yazarsa, biz buna üzülürüz.
Arzu ederiz ki, dinî kelimeleri kullanmaya heveslenen arkadaşlarımız, biraz gayret ederek bu memlekette yaşayan insanların inançlarıyla ilgili kelime ve tabirleri öğrenmiş olsunlar.
Ama Şamil Bey’in yaptığı ne ki! Biz senelerdir bazılarına hâlâ “abtes” kelimesinin doğrusunun “abdest” olduğunu bile öğretemedik. Adamlar “Fethullah” ismini hâlâ “Fetullah” diye yazıyorlar. Hâlâ, haccın Kurban bayramına bazen denk geldiğini zanneden, Cuma günü hem iç hem dış ezan okunduğunu bilmeyen, “Seccâde”nin ne demek olduğunu bile öğrenememiş olanlar var
Meseleyi abartmadığımızın izahı sadedinde ibretli bir hadise aktarayım:
Vatanperver yazı ve konuşmalarıyla tanınan bir profesör vardı. Yakınlarda vefat etti. Yazı ve konuşmalarından dolayı onu seven abdestinde namazında iki arkadaşım bir gün bu zatı evinde ziyarete giderler. Görüşülüp konuşulur. Biraz sonra arkadaşlar akşam namazını kılmak isterler. Abdestten önce tuvalete gidince hiç beklemedikleri bir şeyle karşılaşırlar: Tuvalette bir kütüphane vardır. Kitaplar da bu asrî/alafranga (alâ firengî/Frenk-Avrupalı âdeti olan) tuvalete oturulduğunda, rahatça alınabilecek şekilde aşağıya konulmuş. Yani rafları aşağıda
Bunu bazı okuyucularımızın akılları almayabilir. Ama maalesef gerçek. O makule evlerde bu var(mış). Tuvalete gidince, çıkmakta acele etmeyip orada kitap okuyorlar(mış).
Gelelim bizim arkadaşların başına gelenlere
Tuvaletten çıkıp abdestlerini alıyorlar. Namaz kılacaklar ya seccâde istiyorlar. Ama evde seccâde yok. Neyse ki, yaşlı profesörün genç hanımı, seccâde vazifesini görecek büyükçe bir bez parçası getiriyor
Sıra geldi namaz kılmaya Arkadaşlar kıbleyi soruyorlar. Esas sıkıntı da o zaman başlıyor. Çünkü evin beyi de hanımı da kıbleyi bilmiyor. Biraz sonra evin hanımı, “Geçenlerde falan zat gelmişti. O galiba şu tarafa dönerek namaz kılmıştı” diyerek, tereddütle tahmînî bir yönü gösteriyor da bizimkiler o yöne dönerek namazlarını kılıyorlar.
Ama böylece, hayran oldukları zatın İslâmî cihetinin nasıl olduğunu da öğrenmiş oluyorlar
MUHTEMEL İSTANBUL DEPREMİ
Taze bir habere göre, İstanbul’un 6 ilçesinde binalar teker teker kontrol edilerek muhtemel bir depremde yıkılacak olanlar tespit edilmiş. Bu 6 ilçe içinde en fazla zarar görecek olan da muhtemelen Zeytinburnu imiş.
Bu kontrolün, apartmanların içine girerek mi yoksa dışarıdan mı yapıldığını bilmiyorum. Eğer girilerek yapılıyorsa, galiba bazı atlamalar var. Çünkü halktan, “Bizim apartmana gelen-giden olmadı” diyenler var.
Muhtemel bir deprem için düşünülen tedbirlerin ciddi olarak ele alındığını ve bu meselenin Sayın Kadir Topbaş’ın gündeminde olduğunu, konuşmalarından anlıyoruz. Ama insanın gönlü, “Ba’de harâbi’l-Basra/Basra harap olduktan sonra” denilmemesi için geç kalınmamasını istiyor.
Bir tehlike anında insan tanıdık bir sima arar ya, deprem ve Zeytinburnu denilince benim aklıma da bizim gibi Zeytinburnu’nda ikamet eden dürüst ve çalışkan bir zat olan Sayın Sefer Kocabaş geldi. Sefer Bey, İst. Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı. Depremin imarla ilgisi ve aidiyeti itibariyle Sayın Sefer Bey’e, “Aman Başkanım! Muhtemel bir depremde ilk sallanacak olan bizlermişiz. Tedbir çalışmaları nasıl gidiyor?” demek istiyorum. Bu vesileyle, bu çalışkan ve dürüst başkanımıza gayretli çalışmalarından dolayı teşekkürlerimi arz etmek isterim.