Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yürek Seferi 2010

Yürek Seferi 2010

Mart 2010 programım çok yoğun, sevgili dostlarım. Hayat tam bir koşuşturmacaya dönüştü: Şehirden şehre savrulup duruyorum...
Üstümde, bu yoğunluğun getirdiği tatlı bir yorgunluk var. Ama mutluyum da: Çünkü amacım (gençler! Mutlaka bir yaşama sebebiniz olsun) belli, aracım belli: Amaç, Nemrut ateşinden İbrahim’ler toplamak...
Malum: Nemrut, sadece Hz. İbrahim’i değil, İbrahimleşenlerin imanını kül etmek için büyük bir ateş yakmıştı. Buna rağmen tedirgin, buna rağmen ürkekti...
Hz. İbrahim ise, kapatıldığı demir kafesten tevekkül ile ateşe bakarak gülümsüyordu.
Nemrud’a bunun sebebini sormuşlar: “Ateşin sahibi olduğun halde, neden sen korkarken, o gülümseyerek ateşi seyrediyor?”
“Onun dayandığı yer sağlam” demiş Nemrut, “Her şeye hükmedene dayanıyor o!”
Hayatın sırrı galiba bu sevgili dostlarım; servete, şöhrete, siyasete ve bunların sağladığı güçlere dayanmak yerine, her şeye hükmedene dayanmak!
Bugünlerde vefat yıldönümü (23 Mart 1960) münasebetiyle rahmet ve minnetle andığımız Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi: “Onu bulan neyi kaybeder ve onu kaybeden neyi bulur?”
Bendeniz, hayrı anlatmak (bu kez Çanakkale Zaferi münasebetiyle) üzere bu yıl da çıktığım Anadolu gezisine “Yürek Seferi 2010” diyorum: Hayra atılmış her adım bir yürek seferidir aslında!
Ayrıca, her yürek seferi bir inşa ve ihya hareketidir. Zira ne kadar İbrahim, o kadar mutluluk; ne kadar Nemrut o kadar ateş, stres, sıkıntı, yıkım, dalalet, ufunet!
Dedim ya: Dava, Nemrut ateşinden İbrahim toplamak davası!
Cenab-ı Hakk’ın verdiği hayatı, sağlığı, imkânı, Onu anlatarak değerlendirmeye çalışıyorum; bu yüzden çok mutluyum.
05 Mart günü Bolu’da idim... 07 Mart günü Bursa’da... 08 Mart Antalya/Bucak; 09 Mart Korkuteli; 10 Mart İstanbul/Tuzla; 12 Mart Yozgat/Kadışehri ve Çekerek; 14 Mart Adana/Kozan; 15 Mart Ankara merkez; 16 Mart Ankara/Pursaklar; 17 Mart Ümraniye ve Adapazarı merkez; 18 Mart Uşak; 19 Mart İstanbul/Darıca; 20 Mart İstanbul/Pendik; 21 Mart Osmaniye...
Her gruptan ve mensubiyetten kültürel boyutu derin dostlarımın organize ettiği konferanslarda (ki bendeniz buna “bilgi ve sevgi katkılı sohbet” anlamında “muhabbet” diyorum), “Çanakkale Ruhu”nu anlatmaya çalıştım...
Yürek seferimiz, önümüzdeki günlerde de aralıksız devam edecek...
Bu çerçevede 22 Mart’ta Kahramanmaraş/Elbistan’da, 24 Mart’ta Rize/Çayeli’nde, 25 Mart’ta Rize/Pazar’da (dünyaya geldiğim köyün bağlı bulunduğu ilçe; Benim Pazar’ım); 26 Mart’ta Lüleburgaz’da, 30 Mart’ta Kocaeli’de (iki konferans), 31 Mart’ta Üsküdar/Altunizade’de, 01 Nisan’da ise Aydın/Söke’de olacağım...
Gördüm ki, küçük emekler birleştirilince büyük sonuçlar alınabiliyor...
Gördüm ki, her adımımız bizi, Ulubatlı Hasan misali burçlara yükseltiyor...
En küçük gayretimiz bile, beşeri çabalarla asla ulaşılamayacak kadar büyük ve anlamlı sonuçlar doğuruyor...
O zaman tüm belirtileriyle “inayet” altında olduğunu hissediyor insan...
1. 400 sene önce Sevr Mağarası’ndan taşan sesin anlamı yüreğinize doluyor: “Korkma ey Ebu Bekir, Allah bizimledir!”
Tükenmekte olan enerjiniz, bu sesi veren Resul-i Âlişan hürmetine alevleniyor...
Nemrut ateşleri bir bir sönüyor...
Kardeşlerinizi Nuh’un gemisinin içindeki mü’minlerin arasında fark ediyorsunuz.
Anadolu sağlam dostlar, Anadolu insanı hâlâ şefkat yürekli, hâlâ sımsıcak; dost ve kardeş hâlâ...
Bu milletin mayasının her şeye rağmen sağlam ve diri kalabildiğini görerek teselli buluyorsunuz.
O zaman daha bir tazelenmiş olarak Çanakkale şehitlerini anlatıyorsunuz...
Düşünün: Evlâdını, yani en değerli varlığını şehit olarak toprağa verdikten sonra “vatan sağolsun” diyen bir anne, bir baba, bir eş, bir nişanlı, bir kardeş başka hangi millette var?
Benim koşuşturmalarım, onların bu fedakârlığının yanında “devede kulak” kabilinden bile kalmıyor. Bu yüzden de kendime hiçbir pay çıkarmıyorum.
Müslüman-Türk idrakinin, ana vatanına neden “Anadolu” dediğini “Yürek Seferi 2010” adını verdiğim bu koşturmam esnasında daha iyi anladım.
Çünkü Anadolu müthiş bir değerler manzumesi, bir “ebedi oluş emeli”: Tüm insanî, vicdanî, ahlâkî değerleri ve doğal güzellikleriyle birlikte kendini kuşaktan kuşağa taşımasını bilen bir büyük güzelleme...
Aynı zamanda arkeolojik sırlarla birlikte değişik kültür ve medeniyetlerin de zengin bir galerisi...
Hem yaşıyor, hem yaşatıyor. Öyle etkileyici yaşıyor ve yaşatıyor ki, bir kere “Anadolulu” olmuş birinin, ömür boyu Anadolu’yu unutmasına imkân kalmıyor. Bir kez “Anadolulu” olmuşsanız, artık dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın, küçük bir Anadolu olarak kalıyorsunuz.
Anadolu’yu okuyabilen kendini de okuyabilir. Zaten Hz. Mevlâna’ya göre, “İnsan önce kendisini okumayı öğrenmelidir.”
Anadolu’da kendimi okudum, tazelendim.
Anadolulaşmış hasret insanımıza bin selâm.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi