Kral çıplak!..
Türkiye'de gazeteciliğin nasıl yapıldığı ve gazetelerin nasıl olup da sadece kağıt bedeli fiyatına satılabildiği, özellikle konuyu bilenlerin merak ettikleri bir konudur.
Geleneksel inanç, gazetelerin satıştan değil, daha çok reklamlardan para kazandığı şeklindedir ve meraklı okurlar bile, satın aldıkları gazetelerin sahifelerini dolduran reklamlara bakarak, bunun makul bir açıklama olduğu kanaatine sahiptirler.
Medya kuruluşlarının gösterişli binaları, devasa ve pahalı baskı makineleri, binaların bilgisayarlarla dolu bölümleri, mesleğin önemli isimlerinin yaşadığı şaşaalı hayat; dışardan bakanlara, basın sektörünün çok kârlı bir saha olduğu ve bu işi yapanların paraya para demediklerini düşündürür...
Yayın organlarının çok da dürüst olmadıkları ve ideolojik yaklaşım, grup taassubu, mensubiyet gibi çeşitli sebeplerle olayları olduğundan farklı göstermek eğiliminde oldukları hemen herkes tarafından bilinir. Ancak bu durumun makul ölçülerde olduğu ve önemli meselelerde kesinlikle böyle davranılmayacağı varsayılır.
Oysa kazın ayağı pek de böyle değildir.
Bugünlerde neler olup bittiği, medya kuruluşların hangi konuda nasıl davrandığı ve bunu niçin yaptığı gibi sorulara verilen farklı cevaplar var ve işin gerçeğini muhtemelen, içerden birilerinin zamanı gelince yapacağı açıklamalara kadar tam olarak öğrenemeyeceğiz.
Tıpkı 28 Şubat sürecinde medya sektöründe neler olup bittiğini, ancak şimdilerde öğrenmeye başladığımız gibi...
Bu ülkenin insanları, kendilerine yönelik bir tür kamu hizmeti yapmakta olduklarını zannettikleri basın yayın organlarının, netameli bir dönemde aslında ne yaptıklarını; bunu nasıl yaptıklarını, kendilerini niçin bunları yapmak zorunda hissettiklerini... öğreniyor şimdi...
Dönemin Sabah Gazetesi'nin önemli isimlerinden Ergun Babahan, Taraf'tan Neşe Düzel'e anlattıklarının 16 Mart'ta yayınlanan ikinci bölümünde şunları da söylüyor:
"(...)1994'te 5 Nisan krizi oldu. Sabah, yeni binasını yaparken dış kredi almıştı. Dolar çok artınca bu krediyi kamu bankalarında uygun şartlarla Türk Lirası'na çevirdi. Zaten ondan sonra da siyaset bizim gazeteye girdi, eski rahatlık bitti. RefahYol yıkıldıktan sonra Mesut Yılmaz Başbakan oldu ve elektrik dağıtımları falan derken yağma dönemi başladı.
(...) Bunu bir rejim kavgası görüyorduk. Zaten Türkiye'de sol çökünce, bir sürü insanda solculuktan kala kala laikçilik ve Kemalizm kaldı. Eski solcular kökten laikçi oldular. (...)
28 Şubat'tan sonra DYP'den epey bakanın ve siyasetçinin istifa etmesinde gazetelerin çok payı oldu. Refah'la koalisyonu sürdüren DYP'yi erittiler. Hükümeti düşürmek ve DYP'yi parçalamak için bakanlar istifa ettirildi. Bazı bakanlara istifa etmeleri için, Alevi kökenlerinden dolayı baskı yapıldı. (...)
Hükümetler kuruluyor, bakanlar atanıyor, bakanlar istifa ettiriliyor... O zaman bunlar hoşunuza gidiyor çünkü kendinize bir güç atfediyorsunuz.(...)
O dönemde gazete patronları Ankara'da ihale yarışına dalmışlardı. Sabah elektrik dağıtımı, cep telefonu ihalelerine giriyordu. Halbuki biz bilmiyoruz, o sırada para yok, Sabah batmış. Ama Koçlarla birlikte Uzanlara karşı cep telefonu ihalesine giriyor.
(...) Medya üzerinden güç sağlama, ilişki kurma, siyasete yakın durma işleri bitmedikçe medya temizlenemez. Bugünkü sistem hâlâ bu. Gazete kendi başına bir ürün olmaktan çıkmış, patronun diğer işlerini kolaylaştırmak için bir araç olmuş durumda. (...)"
Ergun Babahan, tek ve çok önemli bir şey söylüyor aslında:
Kral çıplak!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.