Carlyle ve “Kahramanlar”ı
Geçtiğimiz yazımızda Bediüzzaman’ın İskoç asıllı tarihçi Carlyle’dan naklettiği sözlerin inceliyorduk. Yazımıza kaldığımız yerden devam edelim. Carlyle, 1841’de yayınlanan ve en ünlü kitabı olan “On Heroes, Hero-Worship and the Heroic in History” adlı eserinde; Hz. Muhammed’i “Peygamber Kahraman”, Dante ve Shakespeare’i “Şair Kahraman”, Protestan Hıristiyanlığın öncü ismi Martin Luther ve Knox’u “Din adamı Kahraman”, Johnson ve Burns’i “Edebiyatçı Kahraman”, Cromwell ve Napoleon’u da “Hükümdar Kahraman” olarak tanımlayan görüşlerini kaleme aldı. Bu kitabının Hz. Muhammed s.a.v. ile ilgili kısmı, “Peygamber Kahraman Muhammed” adıyla Türkçe’ye çevrilerek -1958, 1963 yıllarında- yayınlandı. 1977 yılında Behzat Tanç’ın çevirisi ile yayınlanan kitabı tam metin olarak son olarak 2004 yılında Ötüken yayınları arasında yayınlandı.1
Carlyle “Hz. Muhammed’e hayranlığını ve birbiriyle savaşan kabilelerin ve bedevi insanların nasıl bir insanın tek başına tebliğ ve gayretleriyle 23 yıl gibi kısa bir zamanda nasıl güçlü ve medeni millet haline getirdiğini” açıkça kabullenmiş ve dünyaya haykırmıştır. Ancak bu kitabının ilgili kısmında İslâm Peygamberinin faziletlerini dile getirip övdüğü satırların ardından hemen Kur’an-ı Kerim ve Hz. Rasulullah ile ilgili çok vahim ve İslâm akaidi açısından küfr-ü mutlak olarak değerlendirilecek çok hatalı değerlendirmeleri vardır.
Ömrü boyunca arayış içinde olan ve çok sayıda eser okuyan Carlyle, Vatikan merkezli Papalık kilisesini ve Katolik Hıristiyanlığı eleştirdiği gibi Hz. Muhammed’in “bazı iyi nitelikleri de olduğu”nu yazdığı eseri ilgi çekti. Dini taassubun hüküm sürdüğü ve İslâm beldelerinin tek tek işgal edildiği bir dönemde bir üniversite rektörünün Hz. Muhammed hakkında o zamana kadar bir Hıristiyan aydınından hemen hiç işitilmemiş sözlerinin dikkat çekmesi de olağan bir durumdur.
Maalesef Kur’an hakkında bazen edep sınırlarını aşan sözler de söylemiştir. Fakat bu sözlerin cehaletten geldiğini bizzat yine müsteşrikler açıklamışlardır. Ayrıca Carlyle’in Kur’an’ın esas metnine değil, çok eksik bir şekilde ve iyi olmayan bir İngilizceyle George Sale tarafından yapılmış olan tercümeye tenkitlerini yönelttiğini de nazara almalıyız.2
Bediüzzaman Said Nursi ve Carlyle
Bediüzzaman Said Nursi’nin Carlyle ismini anarak eserlerine atıf yaptığı ilk metin Hutbe-i Şamiyyedir ki, bu metin 1912’de Şam’da Emeviyye Camii’nde irad edilen bir hutbeye dayanmaktadır. Bu sözleri ya bir talebesinden duymuş yahut bir gazeteden iktibas eylemiştir. Diğer eserlerinde de atıf yaptığı sözlerin kaynağını bizzat Carlyle’ın orijinal eseri ile karşılaştırdık ve önemli ölçüde tuttuğunu gördük.
Bediüzzaman Said Nursi’nin Carlyle’dan naklederek sözlerine atıfta bulunduğu eserlerindeki Carlyle’a ait bazı ifadeler şunlardır:
1. “İslâmiyet gayet parlak bir ateş gibi doğdu. Sair dinleri kuru ağacın dalları gibi yuttu. Hem bu yutmak İslâmiyetin hakkı imiş. Çünkü sair dinler-fakat Kur’ân’ın tasdikine mazhar olmayan kısmı-hiç hükmündedir”. “En evvel kulak verilecek sözlerin en lâyıkı Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselâm) sözüdür. Çünkü, hakikî söz, onun sözleridir.”3
2. “Başka kitaplar, hiçbir cihette Kur’ân’a yetişemez. Hakiki söz odur, onu dinlemeliyiz.” 4
3. “Kur’ân’ı bir kere dikkatle okursanız, Onun husûsiyetlerini izhâra başladığını görürsünüz. Kur’ân’ın güzelliği, diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden kâbil-i temyizdir. Kur’ân’ın başlıca hûsûsiyetlerinden biri, onun asliyetidir. Benim fikir ve kanatime göre, Kur’ân, serâpâ samîmiyet ve hakkâniyetle doludur. Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) cihâna tebliğ ettiği dâvet hak ve hakîkattir.”5
Merak edenleri, şimdi de Carlyle’ın kitabındaki ilgili bazı paragrafları okumaya davet ediyoruz.
“Peygamberler arasında kahramanlarla ilgili bu bölümde Muhammed(SAV)’i seçtik. Çünkü bana göre O, gerçek bir peygamberdir. Hakperest olmam gerekiyorsa, Ondan sadece güzel sözlerle bahsetmem lazım. O’nun dünya ile ilgili söylediklerini anlamaya çalışalım; dünyanın Onunla nasıl anlam kazandığı ve kazanmakta olduğunu ancak o zaman cevaplayabiliriz.
Bizim şimdiki tezimiz olan, O’nun haşa sahte bir Peygamber ve ortalığı karıştıran biri olduğu ve O’nun getirdiği dinin sadece sahteliklerle ve uydurmalarla dolu olduğu gibi safsatalar, artık savunulamaz hale geldi. O’nun hakkında üst üste söylenile gelen yalanlar sadece bizim için utanç kaynağıdır.”6
“Bütün bu yalanları bertaraf etmenin zamanıdır. Bu insanın sözleri (Kur’an’ı kasdediyor) 180 milyon insana 1200 yıldır hayat rehberi olmuştur. Bu 180 milyon insan bizim gibi Allah tarafından yaratılmıştır. Bu anda daha çok ve sayıları her gün artan bir insan grubu diğer bütün sözlere değil O’nun sözlerine inanmaktadır.
Yani şimdi Yüce Yaratıcı tarafından yaratılan bu kadar insanın sadece bir sefilâne aldanmaları mı diyeceğiz, uğruna yaşadıkları ve öldükleri bu davaya? Ben, kendi adıma, böyle bir safsataya inanmam. Bunun dışında her şeye inanırım.
Bunlar Şüphecilik Çağının ürünleridir. Bunlar insan ruhunun en feci şekilde felce ve dumura uğramış olduğunu gösterir: Dünyada bundan daha bedbaht bir teori ortaya atılmamıştır zannederim. Sahte bir adam mı bir din kurmuş? Bu ne biçim safsata, sahte bir adam kerpiçten bir ev bile yapamaz. Şayet harçtan, pişmiş çamurdan ve kullanacağı diğer malzemelerden bihaberse yaptığı ev değil, çöp yığını olur! Böyle bir yapı 12 asır ayakta duramaz ve 180 milyon insanı barındıramaz; derhal çöker. Aklı olan, hayır, asla, hâşâ ve kella diye haykırır!”7
“Ancak büyük bir insan için, özellikle O’nun için ben O’nun hakiki bir Peygamber’den başka bir şey olabileceğinin inanılmaz olduğunu ileri sürmeye cüret ediyorum. Ne Mirabeau, ne Napolyon, ne Burns ve ne de Cromwell, kim olursa olsun, hiç biri samimiyet olmadan bir şey yapamazlar. Derin, büyük, tam samimiyet kahramanların ilk özelliğidir.”8
“Muhammed(SAV)’e beyhudelik isnat etmek veya O’na sahnelik bir oyuncu ve bir zavallı komplocu olarak bakmak asla düşünülemez; O’nu böyle anlayamayız.”9
“O’nun getirdiği mesaj (Kur’an), gerçek bir mesaj idi. O’nun sözleri sahte değildi, yaptıkları da ahmaklık veya taklit hiç değildi; Tabiatın bağrından fışkıran ateşli bir hayat kütlesi idi; Dünyayı tutuşturmak için; Dünyanın Yaratıcısı çünkü böyle emir buyurmuştu. O’nun hataları, eksiklikleri, samimiyetsizliği – ki bunların Onda varlığı ispat bile edilememiş – O’nun hakkındaki birinci gerçeği etkilemeye yetmemiş.
Biz O’nun hata yaptığını söylemekle bile hata yapıyoruz. O’nun için bunları bir kenara bırakıp, O’nun ciddi ve gerçek mesajlar verdiğinden emin olarak; O, ne demiş bir kulak verelim.”10
“Böyle bir insanın sözü Tabiatın kalbinden gelen bir sestir. İnsanlık bu sese kulak vermelidir; bunun dışındaki her şey boşa esen rüzgâr gibidir.
Bu adamın sorduğu binlerce sorulardan ve düşüncelerden birkaç tanesi: Ben kimim? İçinde yaşadığım ve dipsiz bucaksız olan, adına Kâinat dediğimiz şey nedir? Hayat nedir? Ölüm nedir? Ben neye inanmalıyım? Görevim nedir? Hıra’nın gaddar kayaları ve kumlu yalnızlıklar cevap vermiyordu. Gökteki mavi sema, parıldayan yıldızları da cevap vermiyordu. Cevap yoktu. Sükut ve karanlık hâkimdi. Bu adamın kendi ruhu ve Onun içindeki ilahi ilhamlar cevap vermeli idi!”11
“Muhammed (SAV) kırk yaşlarında idi ve Mekke’ye yakın Hıra dağında Ramazan ayında inzivaya çekilmişti, bu büyük sorular hakkında düşünmek için ve bir gün eşi Hatice (RA)’ya Rabbinin nimeti olarak bütün bu soruların cevabını bulduğunu söyledi; karanlık ve şüphe izale olmuştu, her şey ayan beyan ortada idi. Bütün bu putların ve tapılanların manasız tahta parçalarından ibaret olduğunu ve Allah’ın Bir olduğunu ve her yerde hazır ve nazır olduğunu anlattı. Bizim bütün bu putları bırakıp, O Tek olan Allah’a inanmamız gerektiğini söyledi. Allah’ın Büyük olduğunu anlattı, O’nun dışında her şeyin küçük kaldığından bahsetti! Gerçek İlahın O, olduğunu. Tahta putların sahte olduğunu ders verdi. Biz ve bizimle her şey sadece O’nun gölgesiyiz dedi. Ve İslamiyet’ten bahsetti, Allah’a teslim olmamız gerektiğini. Bizim kuvvetimizin ancak O’na teslim olmakla ortaya çıkacağını anlattı. O’nun bize göndereceği her şeyin, velev ölüm bile olsa dahi iyi olduğunu, hatta en iyisi olduğunu anlattı; biz kendimizi Allah’a teslim ediyoruz – “Şayet İslâm bu ise”- diyor Goethe, “biz hepimiz İslamiyet’le yaşamıyor muyuz?” Evet, biz hepimiz, şayet hayatımızda biraz ahlak var ise, böyle yapıyoruz.”12
1 Bkz. Mark Cumming, The Carlyle Encyclopedia, 2004; Simon Heffer, Moral Desperado-A Life of Thomas Carlyle, Weidenfeld & Nicolson, 1995; http://sites.google.com/site/tasavvufsufiler3/carlyle1.
2 Thomas Carlyle, Heroes and Hero Worship, Project Gutenberg’s E-Text.
3 Bediüzzaman, Hutbe-i Şamiyye sh. 36-37;
4 Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası, sh. 235; Buna yakin manalar icin bkz. Thomas Carlyle, On Heroes, Hero-Worship, And The Heroic In History: Six Lectures, Chapman and Hall, 1842, sh. 76.
5 Bediüzzaman, İşarat el-İ_caz, sh. 265.
6 Thomas Carlyle, Heroes, Hero-Worship and The Heroic in History, (New York, John Wiley & Son, 535 Broadway; 1866), sh. 39.
7 Thomas Carlyle, Heroes, Hero-Worship and The Heroic in History, (New York, John Wiley & Son, 535 Broadway; 1866), sh. 40.
8 Thomas Carlyle, Heroes, Hero-Worship and The Heroic in History, (New York, John Wiley & Son, 535 Broadway; 1866), sh. 40-41.
9 Thomas Carlyle, Heroes, Hero-Worship and The Heroic in History, (New York, John Wiley & Son, 535 Broadway; 1866), sh. 41-42.
10 Thomas Carlyle, Heroes, Hero-Worship and The Heroic in History, (New York, John Wiley & Son, 535 Broadway; 1866), sh. 42-43.
11 Thomas Carlyle, Heroes, Hero-Worship and The Heroic in History, (New York, John Wiley & Son, 535 Broadway; 1866), sh. 49.
12 Thomas Carlyle, Heroes, Hero-Worship and The Heroic in History, (New York, John Wiley & Son, 535 Broadway; 1866), sh. 50; Nuri DELEN, “Thomas Carlyle's On Heroes and Hero-Worship and Heroic in History” in Fountain, October - December 2004
Issue :48; Thomas Carlyl’in adi gecen eserini tamamen okuyarak bu güzel tercümeleri benim icin temin eden Üniversite Genel Sekreterimiz Tural Koc Bey’e teşekkür ediyorum..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.