Muhsin Meriç

Muhsin Meriç

Bediüzzaman Hazretleri’nin Hayrul Halefi

Bediüzzaman Hazretleri’nin Hayrul Halefi

Hazret-i Ali (kv)’nin “Biz Âl-i Beyt’ten birer Gavs çıkıp her kürbet ve şiddet zamanında imdat ediyoruz” müjdesinin âhirzamanda tahakkukuna bizzat vesîle olan Bediüzzaman Saîd Nûrsî Hazretleri, Risâle-i Nûr hizmetinin parlak netîcelerini ve müceddidliği sadece şahsı nâmına kabûl etmez. Onun bu tavrı îmânından kaynaklanan tevâzusunun cilvesi olmakla beraber mühim bir hakikatin de ifâdesidir.
Kendisine her fırsatta minnettarlıklarını ifâde eden Ahmed Husrev Altınbaşak gibi bazı talebelerinin ‘iktiran’ı ‘illet’le iltibas ettiklerini söylemiş ve “Eğer Üstâdımız buraya gelmeseydi, biz bu dersi alamazdık. Öyle ise onun ifadesi, istifademize illettir” diyen talebelerine şöyle cevap vermiştir: “Ey kardeşlerim! …anladım ki, sizlere kalem vasıtasıyle olan kudsî nimetten sonra, bana da bu hizmete muvaffakıyet ihsân etmiş. Birbirine iktirân etmiş, birbirinin illeti olamaz. Ben size teşekkür değil, belki sizi tebrik ediyorum. Siz de bana minnetdarlığa bedel, dua ve tebrik ediniz.”
Burada Hazret-i Üstâd’ın dikkat çektiği ve kendisine ihsân edilen birinci nimet, Risâle-i Nûrları ‘ifâde’ nimetidir. Diğer bir ifâdeyle ‘te’lîf’ nimetidir. Birinci nimetle beraber ihsân edilen ikinci nimet ise ‘kalem vâsıtasıyla olan kudsî hizmet’tir. Yani ‘neşir’ nimetidir. Bu iki nimetin ihsânı, te’lîf ve neşirdeki muvaffakiyet, Risâle-i Nûr’un te’sirinin azametindeki ve Risâle-i Nûr hizmetinin cihanşümûl bir da’vâ olmasındaki ve milyonlarca kalp ve dimağda ma’kes bulmasındaki esas iki âmildir. Bediüzzaman Hazretleri de bu iki nimete dikkat çekmekte ve ikinci nimete mazhar olan talebelerini tebrîk etmektedir.
İkinci nimet olan ‘kalem vâsıtasıyla olan kudsî hizmet’ yani neşir vazifesine en ziyâde mazhar olan nûr talebeleri ise, Hazret-i Üstâd’ın “Benim şahsımın da hakikî vekîlimdirler” dediği ve Medresetü’z-Zehrâ Erkânları diye tavsîf ettiği zâtlar ve bu mübârek erkânın mümessili olan ve Hazret-i Üstad tarafından kendisine ‘Gül Fabrikası’ unvânı verilen Ahmed Husrev Altınbaşak Hazretleri’dir. Husrev Efendi’nin kalemini, “Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın ve Risâle-i Nûr hazînelerinin kerâmetli ve yaldızlı bir anahtarı” ve “Kur’ân’ın altın bir anahtarı” gibi ifâdelerle tavsîf ve taltîf eden Bediüzzaman Hazretleri onun Risâle-i Nûr hizmetindeki vazîfelerini şöyle sıralamıştır: “Husrev’i tashihte ve tevzi’de ve tedbirde ve muhâberede ve Nûrların neşir ve yetiştirmesinde tebrik ve muvaffakıyetine dua ederiz.”
Husrev Efendi, Hazret-i Üstâdın, “Hakikaten tedbirce bana ihtiyaç bırakmayacak bir derecede tedbir ve dirâyeti…” cümlesiyle ifade ettiği gibi, 1931 senesinden sonra muhteşem bir tedbîr ve dirâyetle yine Hazret-i Üstâd’ın ifâdesiyle ‘Husrev’in Sistemi’ ile, te’lîf edilen bütün eserleri hem tebyîz (radakte) etmiş hem neşretmiş, hem yaklaşık 100 merkeze tevzî etmiş (göndermiş) hem de bu merkezlerle Hazret-i Üstâd arasındaki muhâbereyi te’mîn etmiştir.
“Husrev münâsip görmediği kısmı ta’dil, tebdil, ıslah edebilir” diyerek hiçbir talebesine vermediği bir salâhiyeti, eserlerine müdahale etme salâhiyetini Husrev Efendi’ye veren Bediüzzaman Hazretleri, onun neşir hizmetindeki hâyâtî mevkiini Emirdağ’da zehirlendiği zaman kendi bedeline ölmek isteyen Husrev Efendi’ye verdiği şu cevapla bir kez daha göstermiş ve istikbâle mâtuf mühim de bir işâret vermiştir: “Risâle-i Nûr’un kahramanı Husrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samimî ve ciddî istiyor. Ben de derim: Te’lîf zamanı değil, şimdi neşir zamanıdır. Senin yazın, benim yazımdan ne derece ziyade ve neşre faideli ise, hayatın dahi hizmet-i Nûriyede benim bu azablı hayatımdan o derece faidelidir. Eğer benim elimden gelseydi, hayatımdan ve sıhhatimden size memnûniyetle verirdim.”
Sâir talebelerini devamlı Husrev Efendi’yi ölçü alarak ‘Kastamonu’nun Husrevi’, ‘Denizli’nin Husrevi’, ‘ikinci bir Husrev’, ‘küçük Husrev’, ‘küçücük bir Husrev’ ifâdeleriyle tavsîf eden Bediüzzaman Hazretleri onun manevî makamına ve hizmetlerine devamlı sûrette işâret etmiş ve talebelerini de ona hürmete davet etmiştir.
Eserlerinde kendisine bir ‘hayru’l-halef’ aradığını söyleyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri, gerek “Husrev gibi bir Nûr kahramanından benim yerimde ve Nûr’un şahs-ı manevîsinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasından hiçbir cihetle gücenmemek elzemdir” gibi cümlelerle ve gerekse şifâhî ifadeleriyle ‘hayru’l-halef’ini ilân etmiş ve bu ilânını vefâtından kısa bir süre önce Husrev Efendi’ye bir kez daha söylerken “Hak böyle ister Husrev!” demişti.
Son bir not: Ehli kaleme bir hatırlatma ve ehli insafa bir düstur: Bediüzzaman Hazretleri ile alakalı söz söylerken, yazı yazarken söz hakkı, önce kendisinindir, eserlerinindir, unutulmamalı! Eserlerine atıf dahi yapmadan, şahsi yorumlarla veya sırf hatıralarla Hazreti Üstad anlaşılamaz ve anlatılamaz!



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Muhsin Meriç Arşivi