LütfüOflaz'la Sohbet

LütfüOflaz'la Sohbet

Hukuka saygı, darbeciye yargı!

Hukuka saygı, darbeciye yargı!

- Lütfü Bey; 12 Eylül darbesini yapan generallerin yargılanmasını engelleyen Anayasa’nın geçici 15. maddesinin kaldırılması gündemde. Ancak Cumhuriyet gazetesi içlerinde eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un da bulunduğu bazı hukukçuların bu konudaki görüşlerini manşete çekmiş ve bunlar “Aleyhte olan hükümler geriye doğru yürümez; yasalar gelecek için yapılır” diyerek 12 Eylül darbesini yapan generallerin yargılanamayacağını belirtmiş. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
- Bakın ben 12 Eylül döneminde, yazıyı yazdığım tarihte olmayan bir yasaya göre mahkûm edildim. Yazımı yazdığım tarihten çok sonra çıkartılan bir yasanın geriye doğru yürütülmesi, aleyhime olan hükümlerin geriye doğru işletilmesi suretiyle mahkûm edildim. Şimdi “Aleyhte olan hükümler geriye doğru yürümez; yasalar gelecek için yapılır” diyerek 12 Eylül darbesini yapan generallerin yargılanmasına karşı çıkan bu hukukçuların, vakti zamanında bu gerekçeyle benim de mahkûm edilmeme karşı çıkmalarını isterdim. 12 Eylül döneminde dosyamda avukat savunması, bilirkişi raporu olmadan, bırakın sivil Yargıtay’ın içtihatlarını, askeri Yargıtay’ın bile içtihatları çiğnenerek ve de temyiz hakkım elimden alınarak mahkûm edilmeme karşı çıkmalarını beklerdim. Ama boşuna bekledim. Adı geçen anlı şanlı bu hukukçularımızın, temel ve evrensel hukuk kuralları çiğnenerek benim mahkûm edilmeme tepki gösterdiklerini görmedim. Şimdi bunlar kalkmışlar 12 Eylül darbesini yapan generallerin yargılanmasına karşı gerekçeler üretmekteler. “Kenan Evren ve arkadaşları zaman aşımı nedeniyle yargılanamaz; yasalar gelecek için yapılır, aleyhte olan hükümler geriye doğru yürümez” diyerek gerekçeler üretmekteler. Belli ki bunlar dünyadan da habersizler. Nitekim bırakın 12 Eylül gibi 1980’de yapılmış darbeyi, mesela Latin Amerika ülkelerinde tâ 1970’lerde askeri darbe yapıp da günümüzde yargılanan darbeciler var. Üstelik bunların yargılanmasına uluslararası tüm hukuk kuruluşlarından da onay var. Bunlar vakti zamanında yargılanamadılar; çünkü kendilerini korumaya aldılar. O korumanın kaldırılması bazen 30 yıl, bazen 40 yıl sürdüğü için de, ancak o koruma kaldırılabildiğinde yargılandılar. Hukuka saygının gereğidir onların yargılanması. Kısacası, hukuka saygı, darbeciye yargı!
YIKILMADIM, YATAKTAYIM!
- Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, önce harp okulu öğrencilerine yaptığı konuşmada, “Biz dimdik duruyoruz, siz de dimdik durun” dedi; daha sonra da holding medyasına verdiği mülakatlarda “Biz yenilmeyiz; dimdik ayaktayız” şeklinde laflar etti. Son zamanlarda İlker Başbuğ’un sarf ettiği bu tür laflar hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Demek ki İlker Başbuğ, ABD askerlerinin Türk subaylarının başına çuval geçirmesini, buna karşılık orduyu yöneten komuta kademesinin bu utanç verici durumu kuzu gibi kabullenmesini yenilgi saymıyor. “Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulursa bunu savaş sebebi sayarız” diye atıp tutan Genelkurmayımız, buna rağmen Kuzey Irak’ta kurulan Kürt devletini kuzu gibi kabullenmeyi de yenilgi saymıyor. Sen, “Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulursa bunu savaş sebebi sayarız” şeklindeki tükürdüğün sözü yalıyorsun, ondan sonra da dimdik durmaktan bahsediyorsun. “Biz yenilmeyiz, dimdik ayaktayız” şeklinde sözler sarf ediyorsun. Genelkurmay Başkanımız, yatağa düştüğü halde “Yıkılmadım, ayaktayım” diyenlere benziyor! Genelkurmay Başkanımıza “Yıkılmadın ama yataktasın” şeklinde bir hatırlatmada bulunmak gerekiyor! Genelkurmay Başkanı’nın “Biz yenilmeyiz; dimdik ayaktayız” şeklindeki atıp tutmalarına karşı ilk olarak konunun bu yanına dikkat çekmek istedim. Şimdi konunun diğer yanına gelelim. Elbette Genelkurmay Başkanı, gerek harp okulu öğrencilerine, gerek holding medyasına “Biz yenilmeyiz; dimdik ayaktayız” derken, AKP Hükümeti’ne karşı dimdik ayakta olduklarını, yenilmediklerini kastediyor. Özellikle ordunun içinden gelen “Hükümetin karşısında pasif kaldınız, teslim oldunuz” şeklindeki tepkileri yatıştırmak için böyle konuştuğu anlaşılıyor. İşte burada hükümeti düşman olarak gören, kendilerini bu hükümetle savaş halinde gören bir zihniyet ortaya çıkıyor. Oysa ordunun, milletin işbaşına getirdiği hükümetlere düşman muamelesi yapmak yerine, mesela Türk subaylarının başına çuval geçiren emperyalist ABD’ye düşman muamelesi yapması gerekir. Milletin işbaşına getirdiği hükümetlere diklenenlerin, emperyalist ABD’nin karşısında iki büklüm durmaması gerekir!
KÂR MESLEĞİ DEĞİL FEDAKÂR MESLEĞİ!
- Hem devlete ait hastanelerde çalışan ve hem de muayenehanesi olan doktorlar, Tam Gün Yasası’na karşı çıkıyorlar. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Şu çelişkiye bakın ki, bu doktorların Tam Gün Yasası’nı protesto etmek için yaptıkları yürüyüşlerde, sağlık hizmetlerinin parasız olmasını isteyen pankartların da açıldığı görülmektedir. Hem özel muayenehaneleri savunmak, hem de parasız sağlık hizmetini savunmak çelişkinin babası değil midir? Mesela ben sağlığın ve eğitimin parasız olmasını savunmaktayım. Parasız sağlık, parasız eğitim hizmetinden yanayım. Bu nedenle dershanenin de muayenehanenin de özeline karşıyım. Ama bu benim düşüncemdir. Başkaları da eğitim hizmetlerinin, sağlık hizmetlerinin paralı olmasından yana olabilir. Ancak bunlar “Herkese parasız eğitim, herkese parasız sağlık hizmeti” deyip kendi kendileriyle çelişkiye düşmemelidir. Hem parasız sağlık hizmetinden yana olmak, hem de özel muayenehaneleri savunmak olmaz. Günün bir bölümünde çalıştığın devletin hastanesini, muayenehanene hasta kazanmak için kullanmak da olmaz. Devlete ait hastanelerin, tıp fakültelerinin imkânlarını, muayenehanene gelen hastalara pazarlamak da olmaz. Yaparsın tercihini; ya hastane ya muayenehane. Devlet hastanelerinde tam gün çalışmaya karşıysan, verirsin istifanı, gidersin muayenehanene. Sonuçta diyeceğim şudur ki, sağlığın parasız olmasından, sağlık hizmetlerinin devlet tarafından karşılanmasından yana biri olarak, Tam Gün Yasası’ndan yanayım. “Paran yoksa öl” şeklinde özetlenecek bir sağlık politikasına karşı olduğum için Tam Gün Yasası’ndan yanayım. Halkçı, toplumcu bir görüşe sahip olduğum için Tam Gün Yasası’ndan yanayım. Elbette Tam Gün Yasası’nın doktorlarımıza bir fedakârlık yüklediğinin de farkındayım. Ancak doktorluk zaten kâr mesleği değil, bir fedakârlık mesleği değil midir? Öyle olduğu için de kutsal bir meslek değil midir?



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
LütfüOflaz'la Sohbet Arşivi