Kendime Kızıyorum
Gazete veya haber sitelerinde yazmak biraz da güncel yazmayı gerektiriyor. Daha önce öğrendiklerinizi projektör gibi olaylara tutuyor ve yorumluyorsunuz. Arka planı görmeye çalışıyor, muhtemel olayları önceden sezmeye ve doğru davranışları önermeye gayret ediyorsunuz. Ya da olan biteni değerlendiriyorsunuz.
Ama bazen de “bütün bunlar anlamsız. Bunu olay sahibi de biliyor. Yanlışı da bilerek yapıyor. Kamuoyunun da bunu bilmesi gerek. Senin bunları yorumlayacağım diye zaman öldürmene gerek var mı? Daha faydalı işler yapamaz mısın?” diyerek kendime kızıyorum.
Evet, daha faydalı bir şeyler yapabilirim. Hele de yazdıklarımdan bir ücret de almıyorsam, kendime kızmakta daha da haklıyım.
Peki derdim ne? Niye hala yazıyorum?
İşte buna da “aydın sorumluluğu” diyorlar. Acaba yazdıklarım üç beş okuyucuma bir fikir verebilir mi? Dediklerimden demediklerime bir ışık çakar mı? Az da olsa bir yarar sağlar mı? Doğrulara destek vererek cesaret kazandırabilir mi? Yanlışların içinde bir uyanmaya, ya da ruhlarında bir bozguna sebep olma olabilir mi?
Bir savaş meydanı ülke alanı. Her ülke böyle değildir elbet. Bizde niye böyledir?
Çünkü milletin değerleri alt üst olmuştur. Temellerinden sarsılmıştır ülkenin üstüne oturduğu din, kültür ve medeniyet yapısı. İnsanımız öncelikli öğrenmesi gerekenlerden mahrum edilmiştir. Doğru düşünmenin kotları yok edilmiştir. “Batman çağıla karışmış” anlayacağınız.
Mesela son Hükümetin Anayasa taslağı hakkında koparılan gürültüye bakınız. Yeri göğü inleten seslerin aslına bakarsanız balon olduğunu görürsünüz. Bir hakikat iğnesi yeter patlayıp havasının gitmesine.
Ne diyorlar?
“Bu AKP’nin anayasasıdır. Üstünde anlaşma, uzlaşma yok. Mutabakat, konsensüs yok. Milletin şu kadarı yok.”
Niye yok?
Olmasın diyen mi var?
Niye konuşmaya, anlaşmaya, uzlaşmaya, mutabakata gelmezler? Gelmezlerse suç kimin?
Davet etmiyorsa hükümetin. Gelmiyorlarsa muhalefetin.
Peki, şimdi kimin?
Gelmeyen muhalefetin.
Demek istediğim o değil. Asıl demek istediğim, bir hukuk devleti bunları baştan görür ve kurallar koyar. Konuşmaya, anlaşmaya, uzlaşmaya, mutabakata ölçüler koyar. Meclisin yüzde kaçı oy verirse anlaşmaya, uzlaşmaya, mutabakata varılmış sayılır.
Bu kurallar bizde de var mıdır?
Var!
Kaç milletvekili isterse, kaç milletvekili oy verirse anayasa değişir diye kanun var mıdır?
Var!
İşler buna göre yapılırsa, maksat tamam olur mu?
Olur!
Eee, dert ne?
Dert, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir.
Hani empati derler bir şey var ya, şu hükümetin yerinde Kemalist, jakoben, özgürlük karşıtı CHP olsaydı, (Allah korusun, mesela dedik) muhalefete yalvarır mıydı böyle? Mesela AKP veya MHP’ye “gelin beraber yapalım yasaları, gelin beraber atayalım bürokratları, ülkeyi beraber yönetelim gelin” der miydi?
Aynı şey MHP için de geçerli. Mesela o iktidar olsaydı, AKP veya CHP’ye “gelin beraber yapalım yasaları, gelin beraber atayalım bürokratları, ülkeyi beraber yönetelim gelin” der miydi?
Her ikisi de kesinlikle demezdi.
Öyleyse bu kadar boş laf ve iş ayıp olmuyor mu?
Birisi, hem de hukukçu birisi kalkıp konuşuyor: “Temeli uzlaşmaya dayanmayan, milli iradeyi yansıtmayan bu anayasa değişikliğinin halka sunulması ile 12 Eylül anayasasının halka sunulmasının hiç farkı yoktur.”
Şimdi “yazarım” diye bunu çürütmeye çalışacaksam, zamanımı bununla öldüreceksem, abesle iştigal açısından bakarsak, söyleyenden farkım kalır mı? Ne kadar anlamsız iştir değil mi?
Milli irade nerde tecelli eder?
Mecliste.
Peki, mecliste uzaydan veya yurt dışından gelen bir milletvekili var mı?
Yok!
Eee, hepsi de halkın oylarıyla meclise gelmiş ise, sen milli iradeyi nasıl yok sayıyorsun be adam!
Diyorum ya, bu zavallıları muhatap alarak düştüğüm haller için bazen kendime çok kızıyorum…
www.cemalnar.com