Başörtülüleri rahat bırakın
Dünya değişti, ama Türkiye’deki yasakçılar değişmemekte ısrar ediyorlar. Kanunsuz ve keyfî başörtüsü yasağı hiç umulmadık yer ve zamanda karşımıza çıkıyor. Kanunsuz yasak tamamen sona ermediği müddetçe de bu ve benzeri haksızlıkların yaşanması kaçınılmaz.
Son günlerde 3 farklı ilde, üç farklı ‘başörtüsü yasağı uygulaması’ ile karşılaşıldı. İlki Bursa’da yaşandı. Oyak-Renault Otomobil Fabrikası’nın içinde, çalışanların alışveriş yaptığı bir tüketim kooperatifi yer alıyormuş. Oyak-Renault’daki başörtüsü yasağı 27 Şubat 2010’da bir çalışanın, eşi, annesi ve babasıyla birlikte kooperatife alış verişe gitmek istemesiyle ortaya çıkmış. Kapıdaki görevliler çalışan işçi ile başı açık eşini içeri almış, ancak başörtülü annesi ile babasının girmesine izin vermemiş. Yaşlı çifti yağmur altında bekçi kulübesinin önünde bekleten görevliler, talimatın yönetimden geldiğini söylemiş. Uygulama ile ilgili olarak sonraki günlerde çeşitli bahaneler ileri sürülse de ortada bir ‘yasak’ olduğu aşikâr.
İkinci yasak uygulaması haberi de İzmir’den geldi. İzmir Büyükşehir Belediyesi, başörtülü öğrencilere indirimli seyahat hakkı tanıyan ‘paso’ vermiyormuş. Yanlış uygulamayı ısrarla savunan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, mağdur olanların sayıca azlığından bahisle; “Sadece Açık Lise’de okuyan üç-dört öğrenci...” demiş. (Star, 30 Mart 2010)
Bu uygulama sebebiyle mağdur olanların iki üç öğrenci olduğu iddiası gerçeği yansıtmıyor. Çünkü bu uygulamadan imam hatip liselerinde okuyan başörtülü öğrenciler de mağdur oluyor. ‘Paso’ alabilmek için mecburiyetle başı açık fotoğraf çektirmek başka, kendi rızalarıyla başı açık fotoğraf vermek başka. Öğrencilerin isteğine bırakılsa, başı örtülü fotoğraf vererek paso almak isteyenlerin sayısı hesaplansın... “Kılık kıyafet yönetmeliği var...” diyerek meseleyi halletmek mümkün değil. Kanunlara dayanmayan yönetmelikleri uygulayarak bir yere varamayız. Bu yasak kanunsuzdur ve bir an önce kökten sona ermelidir. Bütün bunlar bir yana, bu şekilde hakkı elinden alınan ve mağdur edilen sadece tek bir kişi bile olsa; bu uygulamanın zulüm olduğu gerçeğini değiştirmez. Zira hakkın küçüğü büyüğü olmaz ve hak ihlâlinden kaç kişinin mağdur olduğuna bakılmaz.
Bir başka yasak haberi de Edirne’den geldi. Bir ilaç firması (Eczacıbaşı) Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinde meslekî bir toplantı düzenlemiş. Toplantıya katılmak üzere belirtilen yere giden 10 bayan doktor, başörtülü oldukları için içeri alınmamışlar. Gazetelere yansıyan haberlere bakılırsa kapıdaki görevliler, “Biz emir kuluyuz. Başörtülüleri içeri alamayız” demişler.
Tabiî ki başörtülü doktorları içeri almamanın sorumluları kapıdaki görevliler değildir. Onlara o emri veren ve yanlışta ısrar edenler sorumludur. Toplantıyı düzenleyen firma da tamamen masum görülemez. “Bunlar benim misafirimdir, ben davet ettim, içeri alınsınlar” demediyseler onlar da bu yanlışa imza atmış sayılır.
Bütün bu yapılanlar kökten yanlıştır. 2010 yılında bile hâlâ insanların ‘iş’ine değil de ‘dış’ına bakarak karar vermek yanlışın en büyüğü olmaz mı?
Bu uygulamalardan, dolaylı olarak hükümet de sorumludur. “Ben ne yapayım, üniversite özerktir. Ben ne yapayım, belediye CHP’lidir. Ben ne yapayım Renault fabrikası ‘özel’dir” denilemez. Özeldir, özerktir, ama neticede burası Türkiye’dir. Nerede “İnsan Hakları Komisyonu?” Nerede iktidar? Bu yanlışlara ‘dur’ demek onların vazifeleri arasında değil mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.