Camide AB hutbesi
Risale-i Nur Enstitüsünce 2. Meşrutiyetin 100. yılı vesilesiyle iki sene evvel düzenlenen panelde bir araya geldiğimiz konuşmacılardan AB uzmanı Dr. Cengiz Aktar, program öncesi sohbetimizde, eski başbakanlardan biriyle arasında geçen diyaloğu aktarmıştı.
Buna göre, Aktar o başbakana AB sürecini ve projesini halka anlatıp benimsetmek için camilerden de istifade edilmesi gerektiğini söylemiş.
Aktar, başbakanın nasıl bir karşılık verdiğini söylemedi; ama biz paneldeki konuşmamızda bu tekliften bahis açarak, AB başlığı kapsamındaki bazı önemli ve temel konuların camilerde elbette ki anlatılması gerektiğini ifade etmiştik.
Bu görüşümüzün dayanak ve referansı olarak, Bediüzzaman’ın 2. Meşrutiyet döneminde İstanbul’un Ayasofya, Bayezid, Fatih ve Süleymaniye gibi tarihî selâtin camilerinde meşrutiyet ve hürriyeti anlatan konuşmalar yapmasını gösterdik.
Onun bir İslâm âlimi olarak şeriat namına sahip çıktığı meşrutiyeti şer’î delillerle açıklayan ve Avrupa’daki “Şeriat istibdada müsaittir” zannını tekzip eden izahlarda bulunduğunu hatırlattık.
Padişaha, müderris ve talebeleriyle medrese mensuplarına, ulemaya, meb’uslara, medyaya, askerlere... hitaben yaptığı bu izahlar, gündemdeki sosyal ve toplumsal konuları, güncel tartışma boyutlarının ötesinde, prensip bazında, temel ölçü ve parametreler ekseninde yorumlayıp zihinleri aydınlatma gayretinin güzel örnekleri.
Keza camiyi hayatla bütünleştirmenin de...
Ama burada dikkat edilmesi gereken nokta, işin ölçü, ayar ve dengesini çok iyi koyup muhafaza etmek. Önemli toplumsal gelişmeleri dinin prensiplerine göre yorumlarken, güncel polemikleri camiye sokmaktan da dikkatle kaçınmak.
İşte Said Nursî bunu da çok iyi başarmış.
Bunları yazmamızın sebebi, geçtiğimiz günlerde, AB sürecindeki çalışmaları koordine ve AB projesini kamuoyuna mal etmek gibi görevleri olan AB Genel Sekreterliğinin, Cuma günü camilerde okutulmak üzere bir “AB hutbesi” hazırlattığına dair haberlerin yayınlanmış olması.
Buna göre, hutbe metninde konuyla ilgili olduğu düşünülen âyet ve hadislerle Atatürk’ün “muasır medeniyetlerin üzerine çıkma” hedefine ilişkin beyanlarına yer verilmiş (Akşam, 19.3.10)
Ama Diyanet İşleri Başkanı buna tepki göstermiş. Kendileri dışında bir kurumun hutbe metni hazırlamasına “Herkes kendi işini yapsın” reaksiyonu veren Başkan Bardakoğlu, “AB hutbesi konularımız arasında yok” demiş (a.g.g., 27.3.10)
AB Genel Sekreterliğinin, 2003-4’te “Önce teknik konuları halledelim, siyasî reformları sonra yaparız” gibi vahim bir hataya düştüğünü, devrin bir numaralı bürokrat sorumlusunun itirafıyla öğrenmiş ve eleştirmiştik. (Bkz. 9.1.10 tarihli Yeni Asya’daki “Vahim bir itiraf” yazımız..)
Aynı birimde AB karşıtı kadroların görev yaptığına ilişkin iddialar da işin bir başka boyutu...
İşte böyle bir kurumun AB sürecini cami cemaatinin gündemine taşıma düşüncesi, prensipte doğru. Buna ihtiyaç var. Ama bu konunun da Atatürk referansıyla ele alınması çok yanlış.
Buna karşılık Diyanet’in AB Genel Sekreterliğine yönelik “Hutbe yazmak sizin işiniz değil” tepkisinde haklı cihetler olsa da, “Gündemimizde AB hutbesi diye bir konu yok” tavrı hatalı.
Bu soğuk tavırda, AB’nin, “Laik sistemde devlete bağlı resmî bir din teşkilâtı olmaz” yaklaşımının da etkisi var mı, bilmiyoruz. Ancak Diyanet’in AB üyesi bir Türkiye’deki konumuna şimdiden hazırlanması gerektiğini düşünüyoruz.
İlâveten, günlük hayatın en sıradan konularında bile ısmarlama merkezî hutbeler yazdıran bir kurumun AB gibi çok önemli bir meseleyle ilgili olarak cami cemaatini aydınlatacak izahlarda bulunmaktan uzak durması, son derece yanlış.
Müslümanların sair din mensuplarıyla ilişki bahsinde kafalarını meşgul eden suallere doğru cevapları vermek Diyanet’in aslî görevlerinden.
Bu işe de Atatürk’ü karıştırmamak şartıyla...