İdealizasyon, idealize etme, değerleştirme
İdealizasyon, Amerikan Psikiyatri Birliğinin tarifine göre; “birey, emasyonel çatışma ya da iç ve dış stres etkilerine, başkalarına aşırı olumlu özellikler yükleyerek tepki verir” şeklinde anlatılabilecek bir mekanizmadır.1
Kuvve-i gadabiye, yâni savunma mekanizmasının bir uzantısı şeklinde ortaya çıkan idealizasyonun, ifrat-tefrit gibi aşırı uçları olduğu gibi, vasat denen bir orta mertebesi de olmalıdır. Esasen “idealizasyon” fıtrî bir arayıştır. Kendi acz ve fakrı karşısında ayakta kalma arayışı içindeki kişi, benliğini ortaya çıkaracak, elbette bir çıkış yolu bulmaya çalışacaktır. Ancak, bu fıtrî ihtiyacı fıtrata en uygun tarzda ve ifrat ile tefritten kaçınarak karşılamalıdır. Bu da, insanlığın iftihar vesilesi ve kâinatın şeref kaynağı Hz. Muhammed (asm) ve onun gerçek vârisleri bilginler ile olur. İnsanı yaratan ve duygularını bu şekilde dizayn eden, onu en iyi şekilde tanıyan hikmet sahibi yüce Yaratan’dır. O da, insanlığın idealize edebileceği en uygun kişi olarak Hz. Muhammed’i (asm) ve onu sevmeyi, onu örnek almayı, idealize etmeyi öngörmüştür. Kelime-i Şehadet’in ikinci cümlesi olan Muhammedurrasûlullah’ta “Muhammed” (asm) isminin, “Allah” ismiyle birlikte zikredilmesi, onun ahlâkının, davranışlarının övülmesi, Sünnet-i Seniyyesine uymanın emredilmesi, tavsiye edilmesi Müslüman ferdin hayatında bu fıtrî arayışı karşılamaya yöneliktir.
İnsanlık ve varlık âleminde hiçbir fert, hiçbir unsur Hz. Muhammed’den (asm) daha fazla idealize edilmeye, daha fazla övgüye, daha fazla sevgiye lâyık değildir. Çünkü o, hem varlıkların, kâinatın yaratılmasına sebeptir, hem kâinatın çekirdeğidir, hem en mükemmel meyvesidir, hem de kâinat Sultanının en sevgili kulu “Habibullah”tır. Kur’ân onu buna benzer daha pekçok güzel vasıflarla idealize eder. Bu halin en nihai noktası ise, kişinin benlik, nev ve varlıkla bağlantılı olarak algıladığı bütün hallerden sıyrılıp sahip olduğu bütün değerleri asıl sahibinden Esmâ-i Hüsna’dan ve Zat-ı Zülcelâl’den bilmek olmalıdır. Bu hiçliğinde sonsuzluğu bulma noktası en ideal, ferdin bu hâli ise en idealize hâli olsa gerektir.2
Mü’minin en büyük özdeşleşeceği ebedi model, muktedây-ı kül Hz. Peygamber’dir (asm). Daha sonra güzide sahâbileri, mezhep imamları, müceddidler, müçtehidler, ilim, fikir ehli yıldız şahsiyetler gelir. “Halbuki, îmanın verdiği nur ve şuur ile ve sana gösterdiği ve bildirdiği esma-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var. Meselâ, her ikinizin Hálıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir. Bir bir... bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, Dîniniz bir, kıbleniz bir. Bir bir... yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir ... ona kadar bir, bir.
Bu kadar bir birler vahdet ve tevhîdi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları...”3 Dolayısıyla büyük şahsiyetler; putlaştırarak değil, bu bağlar güçlendirilip takviye edilerek ulvî mânâda, makamda ve meşru çerçevede idealize edilirler.
Dipnotlar:
1-Yeni Asya, Enstitü, 18.7.2003.
2-Yeni Asya, Enstitü, 18.7.2003
3-Mektubat, s. 243.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.