Yumurta
Deniz Baykal'a Van'daki toplantı öncesinde yumurta atan kişilerin zihniyetini şiddetle ayıplıyorum; bu "dâhiyâne" eylemi planlayıp uygulamaya koyanlarda siyasi nezaket ve basiretten zerre miskâl eser bulunmadığı açıktır, tartışılmaz. Hayır, tam da şu esnada bazı pimpirikli kalemlerin yapmaya çalıştığı gibi, "İşler tersine dönüp rûzigâr aksi yönden eserse hâlim nic'olur?" şeklinde bir ince fikirlilikle "Ağır abi" rolü kesmek gibi bir endişem yok. Yazdıklarım, tutumum, tarafım belli, tekrara hâcet görmüyorum.
2007'de Cumhurbaşkanı seçimi öncesi ve sonrasında Sayın Baykal, kendisinden umduğum yaklaşımları sergilemek yerine krizi tetikleyen bir tavır gösterdi. Bütün siyasi vâriyetini, kısaca, "Bunlar Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti başkalaştırmak, dejenere etmek, ele geçirmek istiyorlar; buna müsaade etmeyeceğiz" stratejisi üzerine kurdu, CHP'nin bürokratik ve tabii müttefiklerini yardıma çağırdı, yeri gelince tehdit etti. Hemen ardından sökün eden Ergenekon soruşturmasında kendisini tereddüd göstermeksizin davalı avukatı yerine koydu, şimdi aynı gerginlik siyasetini ısrarla sürdürüyor. Gerginlik ve kriz siyasetinde müthiş bir ısrar içinde; ancak işler yeteri kadar sertleştiğinde CHP'nin son tahlilde ayakta kalacağını tahmin ediyor.
Keşke bu yolu tercih etmeseydi; keşke, 22 Kasım 2002 tarihinde R. Tayyip Erdoğan'a siyaset yolunu açan mutabakat toplantısında gösterdiği türden ılımlı ve demokrat bir çizgiye ısrarcı olabilseydi; keşke o toplantıda iki lider arasında alındığı ileri sürülen ılımlı ve mutabakata dayalı siyaset anlayışı sözüne her iki taraf da saygı gösterebilseydi... O keşkeler hakikat olsaydı, çatışma yerine, uzlaşma ve karşılıklı saygı esaslarına dayalı bir iktidar-muhalefet ilişkisi Türkiye'ye büyük ivme kazandırırdı; demokratikleşmemizi, daha doğrusu normalleşmemizi çabuklaştırabilirdi. Olmadı. Şimdi iktidar-muhalefet ilişkisi sertlik ve çatışma üslubu ile yürüyor. Böyle bir vasatta Deniz Baykal, 1960 Darbesi öncesinde CHP'nin ve onun lideri İsmet İnönü'nün tarihi rolünü ve misyonunu üstlenmeye gayret ediyor. Mağdur, mazlum, sabırlı fakat her zaman ülkesini düşünen bir lider imajı üzerinde çalışıyor. Van'daki çirkin eylemle, 1959'da, İnönü'nün trenine taş atılması arasındaki benzerliğe dikkat çekiyor. O hadisede kışkırtıcıların, CHP heyeti içinde yer aldığı bugün biliniyor ama 50 sene önce olay çok farklı yorumlanmış, İsmet Paşa mağdur ve mazlum görüntüsüyle Başvekil'i "Sizi ben bile kurtaramam" diye sitemle karışık bir tehditle eleştirmişti. Mağdurun yanında saf tutmak milli hasletimiz değil midir?
Yumurtalı eylemciler bu kadarını hesaplamışlar mıdır bilemem; yaptıkları iş, bir yumurtanın bir kişinin kafasında kırılmasından daha ağır sonuçlar doğuracak cinsten. Her kim iseler yakalanıp teşhir edilmelerini ve ceza görmelerini dilerim. Böyle oluyor; bazen birkaç cahilin veya kışkırtıcının işlediği akılsızlığı milyonlarca insan şahsi acılarıyla ödemek zorunda kalıyor. İsmet Paşa'nın alnına değen taşın ceremesini yüzbinlerce DP taraftarının 50 seneden beri ödeyip durduğu gibi... (Ayrıntılarını Taha Kıvanç'ın "Van'daki Uşak Olayı" başlıklı yazısında okuyabilirsiniz.)
Sayın Baykal, son üç senede takınmayı tercih ettiği sertlik yanlısı tutumla büyük bir şahsi risk üstlendi. Proje namına, bir gün iktidara gelmek adına bir şey söyleyemediği, heyecanlandıramadığı CHP'li seçmeni, ideolojik korkularını uyandırarak diri tutmaktan başka çaresi yok.
CHP ve Baykal vahim bir "Varoluş" endişesi ve ızdırabı içinde; böyle olmasını kendi istedi. En güzeli, gerginlik arayışında onu "solo" bırakmak.