Başsavcı bu sefer farklı şeyler söylüyor
Nüansları kaçırmayalım. Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın önceki gün anayasa paketi ile ilgili söyledikleri, her zaman söylediklerinden farklı.
Başsavcı, anayasa paketine, özellikle parti kapatma konusundaki iktidarını ikinci plana ittiği için itiraz ediyor. İtirazının, özünde CHP'nin itirazlarından pek fazla farkı yok. Bu yüzden AK Parti Grup Başkan Vekili Suat Kılıç'ın verdiği cevap ve Başsavcı'nın sözleri ile CHP sözcüleri arasında kurduğu paralellik bütünüyle doğru. Üstelik Başsavcı, Meclis'in anayasa kuralı koyma iradesine itiraz ediyor. Partilerin kolayca kapatılabilir olduğu bir anayasa düzenine sahip çıkmak ve değişikliğe itiraz etmenin hukuk devleti ve demokrasi içinde temellendirilmesi çok zor. Ama yine de bir farka dikkat edelim. Başsavcı itirazlarını temellendirirken Avrupa ülkeleri başta olmak üzere evrensel hukuka müracaat ediyor. Bu fark çok önemli. Öncelikle büyük bir ilerleme. Yargıtay Başsavcısı'nın evrensel hukuk dilini konuşmaya başlaması, Türkiye açısından bir ilerleme değil mi?
Bu ilerlemenin ölçüsünü, geçmişte ısrarla tekrarlanan şablonlar veriyor. Bunun için Yargıtay Başsavcısı'nın hazırladığı kapatma davası iddianamesini ve Anayasa Mahkemesi kararlarını hatırlamak yeterli. Evrensel hukukun, özellikle Avrupa standartlarının referans gösterildiği her savunmayı, Türkiye'nin yüksek yargısı, "ülkemizin özgün koşullarını" gerekçe göstererek devre dışı bırakıyordu. Dayandığı gerekçeler ise hep ideolojikti.
Laikliğin bir "yaşam biçimi" olduğunu savunan, dinî inançların akıl ve bilimin ilerlemesi ile geçerliliği kalmadığını düşünen bir yüksek yargımız var. Dünyanın hiçbir yerinde bu felsefî tezlere dayanarak karar veren bir yargı düzeni yok. Bu ideolojik gerekçelerle demokrasiyi işlemez hale getiren, yasama ve yürütme üzerinde ipotek kuran ve sürdüren bir yüksek yargı düzeni bu. İşte bu yüzden Yargıtay Başsavcısı'nın parti kapatma ve HSYK'nın yapısı konusunda fikir beyan ederken, evrensel hukuku referans göstermesi çok önemli. Bu alan artık ideolojik körlüklerin ve cehaletin hizmet ettiği bir güç mücadelesinin değil, ihtiyaç duyduğumuz aklın ve sağduyunun alanı.
Hükümetin anayasa paketini bu alana taşıdığınız zaman itirazların tamamı anlamsız hale geliyor. Paket karşılaştırmalı anayasa hukukunun verilerini zengin bir biçimde kullanıyor. Yapılan düzenlemelerin gelişmiş demokratik hukuk devletleri ile mukayesesi veriliyor. Şayet evrensel hukuku referans alıyorsanız, anayasa paketini birçok alanda dünyanın gerisinde bulmak, demokrasiyi ve temel haklar konusundaki güvenceleri daha ileri taşıyacak düzenlemelere ihtiyaç olduğunu söylemek bile mümkün.
Başsavcı'nın ileri sürdüğü "uzlaşma efsanesi" de yeni ve önemli bir fark. Uzlaşmanın aranması, sonuçta uzlaşmayı sağlayacak olan halka müracaat edilmesini getiriyor. İdeolojik bir devleti ve ideolojik endişeleri savunmak yerine "uzlaşma" ihtiyacından bahsetmek bile demokrasiye bir katkı niteliğinde. Gerçi uzlaşma efsanesi halkın anayasa yapma iradesini iptal etmek ve 12 Eylül diktasının koyduğu kuralları sürdürmek için kullanılıyor; ama olsun, hiç olmazsa halk bir aktör olarak devreye giriyor. Eğer uzlaşma arıyorsanız bırakın halk referandumda bu uzlaşmayı denesin. Öyle değil mi?
Türkiye'de artık birçok şeyin değiştiği anlaşılıyor. Başsavcı'nın Avrupa hukukunu referans göstermesi ve halk arasında uzlaşma araması, eskimiş ideolojik gerekçelerin devre dışı kaldığının önemli göstergelerinden biri. Sebep, askerî vesayet düzeninin çökmüş olması. Cuntacılar paçalarını kurtarma telaşında olunca, onların kurdukları düzeni sürdürmenin anlamı kalmıyor. Silahlı zorbalığı meşrulaştırmak için yerlerde sürünen hukuk ve akıl yeniden ayağa kalkıyor ve gücünü göstermeye başlıyor.
Çok önemli bir anayasa değişikliği paketi etrafındaki tartışmaların bile, rejime bulaştırılmadan sürmesi, tüketici laiklik tartışmalarına girilmemesi, Türkiye'deki değişimin bir göstergesi değil mi?