Faruk Çakır

Faruk Çakır

Bu boşluk dolmaz, bu yara kapanmaz

Bu boşluk dolmaz, bu yara kapanmaz

Sinemacılarımız alınmasın, ama Türkiye’de ‘ilme’ değil de —olumsuz mânâda— ‘filme’ değer verildiği her halde tartışılmaz. Kişi, kurum ya da çalışmalar; dünyanın kabul ettiği ‘insanî değer’lerle değil de ölüme mahkum ideolojilerle değerlendirilince netice böyle oluyor.

Yıllardan beri gündeme gelen ama ‘yetkililer’in cevaplamaktan kaçındığı bir ‘iddia’ vardı. Bu iddiaya göre Prof. Dr. Şerif Mardin, Said Nursî ile ilgili çalışmalar yaptığı için Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) üyeliğine seçilemiyordu. Başlangıçta bu iddia karşısında sessiz kalan ‘yetkililer’ aradan yıllar geçtikten sonra nihayet bir açıklama yapma lütfunda bulunmuşlar. Açıklamanın özeti şöyle: “Şerif Mardin, Said Nursî üzerine çalıştı diye değil de, Said Nursi’yi fazla parlattı diye eleştirildi. Ben bilim insanı olarak her konuda çalışabilirim. Ama üzerinde çalıştığım kişinin sadece iyi yanlarını yazarsam bu bilim ahlâkına sığmaz. Şerif Bey bu konuda taraf gibi davrandı.” (Hürriyet, 12 Nisan 2010)

Bu açıklamayı TÜBA Başkanı Yücel Kanpolat yapmış. Elbette bu açıklama taraflarca ve kamuoyunca tartışılacaktır, ama Şerif Mardin’in—iddia edildiği üzere—‘taraf gibi davranması’nı Amerika ya da başka ülkelerin ilim adamları, araştırmacıları ve ‘Bilimler Akademileri’ anlamadı da Türkiye’nin TÜBA’sı anladı?

İlgili haberlerden anlıyoruz ki ‘üye’ seçiminde ‘çok titiz’ çalıştığını idda eden TÜBA’nın hâlâ bir binası yokmuş. Fransız Bilimler Akademisi 1666’da, Rus Bilimler Akademisi 1724’te, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) ise 1993’te kurulmuş. “Aradaki boşluk doldurulabilir mi?” sorusuna TÜBA Başkanı Prof. Yücel Kanpolat’a “mümkün değil” diyormuş. Doğru; doldurulamaz, ama doldurulamama sebebi nisbeten doğru çalışmalar yapmış ilim adamlarını TÜBA benzeri kuruluşlara üye yapmamak olsa gerek!

Aslında Şerif Mardin’in yazdığı ve Türkçesi “Bediüzzaman Said Nursi Olayı” adıyla (İletişim Yayınları) yayınlanan eserin ‘eksiği’ var, Bediüzzaman’ı övme anlamında ‘fazlası’ yok. Diyelim ki Mardin ya da benzeri ilim adamları ‘taraflı’ davranıp Said Nursî’yi övdü, sadece iyi yanlarını yazdı. Bu iddiayı ileri süren TÜBA üyeleri varsa, onlar da durmasın, Bediüzzaman’ın—bulabilirlerse—‘kötü yönlerini’ yazsın! Böylece hem Mardin’in yazdığı eseri çürütür, hem de ‘gerçekleri’ ortaya koymuş olurlar! Bunu yapmayıp, mesleğinde dünyaca kabul görmüş bir çalışmayı ya da bir ilim adamını ‘oylama’ ile cezalandırmak ne kadar ‘bilim ahlâkına’ sığar?

TÜBA Başkanı, üye seçme ile ilgili bilgiler verirken şöyle demiş: “Bizde seçme süreci çok ağırdır. Kırk tane yerden incelenir.”

Bu açıklamayı duyunca ‘kırk yer’in içinde ağırlığın hangi ‘yer’de olduğunu insan merak ediyor. Başka ülkelerde kabul gören çalışma ya da gayretlerin, Türkiye’de bu şekilde dışlanması hakperestliğe sığar mı?

Merak ediyoruz, TÜBA üyelerinin ya da inceleme yapan “kırk yer”in anladığı bu ‘taraflı yaklaşım’ı; Amerika ya da başka ülkelerin ilim adamları, üniversiteleri ve sosyologları anlayamadı mı? Hatırlamak lâzım ki Şerif Mardin’in bu çalışması önce İngilizce olarak yayınlandı, sonra Türkçe’ye çevrildi. Dolayısı ile ‘taraflı yaklaşım’ iddiası biraz hafif kaçıyor.

Bu çalışmaya ‘hayır’ diyen ve çalışmayı yapan ilim adamını ‘üye’ olarak kabul etmeyen ‘yetkililer’ her halde Said Nursî’nin ‘kötülendiği’ bir çalışma yapılmasını bekliyorlar.

Onlara üzücü haberi vermekte fayda var: Böyle düşünenlerin ‘ağaları’ hayattayken bile yapılamayan, yapılmış olsa bile tutmayan, yapanın suratına çarpılan ‘iftira dolu’ çalışmaları ilim kisvesi altında yapma devri çoktan geçti... İnşallah bundan sonra yapılan çalışmalar, Mardin’in yaptığı çalışmadan çok daha müsbet olacak...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi