En büyük krizlere, kasırgalara hazır olunuz!...
ESKİDEN iki öcü vardı: Komünizm ve İslâm... Birinci öcüyü, meşru/yasal hale getirdiler, artık “Komünist Parti”miz var, seçimlere giriyor.
İslâm fobisinden kurtulamadılar. Komünist Parti’den gocunmayanlar, Türkiye’de: Almanya ve İtalya’da olduğu gibi başında din ismi bulunan demokrat bir parti olmasını asla kabul etmezler.
Hukuk hukuk diyorlar. Stalin Rusya’sında da hukuk vardı. Enver Hoca’nın Arnavutluk’unda da kanunlar, mahkemeler vardı. Hukukun üstünlüğü ilkesinin uygulanmadığı bütün ülkelerde göstermelik bir hukuk vardır.
Hukukun üstünlüğü, gerçek demokrasilerde olur. Bir yerde vesayet demokrasisi varsa, orada hukukun üstünlüğü yoktur. Varsa, ancak lâfta vardır.
Lâikçilikle (lâiklik demedim) demokrasi ve hukukun üstünlüğü uyuşmaz. Lâikçilik üstünse gerçek demokrasi ve hukukun üstünlüğü yoktur.
İspanya’da, Franco zamanında gerçek demokrasi ve hukukun üstünlüğü yoktu. çünkü her şeyin üzerinde Frankizm ideolojisi vardı. Resmi ideolojisi olan ülkelerde ne gerçek demokrasi olur, ne de hukukun üstünlüğü. çünkü oralarda resmi ideoloji her şeyin üzerindedir. O ideolojinin koruyucusu, uygulayıcısı ve yorumlayıcısı cüppeli veya cüppesiz bir “ruhbanlar sınıfı” vardır. üstünlük onlardadır, son sözü onlar söyler.
Ne olduğu doğru dürüst bilinmeyen derin bir devletin bulunduğu, son sözü onun söylediği bir ülkede de demokrasi ve hukukun üstünlüğü olmaz.
Vaktiyle Güney Afrika Cumhuriyeti’nde beyaz azınlığın apartheid sistemi hüküm sürüyordu. çoğunluktaki zenciler Beyazlarla eşit değildi. Orada elbette bir hukuk vardı, mahkemeler vardı ama hukukun üstünlüğü ilkesi yoktu. Eşitliğin olmadığı yerde hukukun üstünlüğü de olmaz.
Adnan Menderes iktidarını (1950-1960) “anayasayı çiğnedi” iddiası (daha doğrusu bahanesiyle) alaşağı ettiler. Sonra kendileri ne yaptılar? Aynı anayasayı çöpe attılar, işlerine gelen yeni bir anayasa yaptılar...
Yassıada Yüksek Adalet Divanı âdil bir mahkeme miydi?
Uzun yıllar boyunca Müslüman çoğunluğun din, inanç, vicdan, düşünce hürriyetini TürkCeza Kanunu’nun 163’üncü maddesi ile çiğnediler, halkın temel haklarını kısıtladılar, ihlâl ettiler.
Adnan Menderes’in asılmasının birinci yıldönümünde YENİİSTİKLâL gazetesinde “Zulümlerin en şenii ve alçakçası kanunların gölgesinde yapılandır” başlıklı bir yazı yazmıştım. Hemen tutuklandım ve Sultan Ahmet Cezaevi’ni boyladımdı.
Bir devlet, bir ülke, bir halk hürriyetsiz yaşayabilir ve ayakta durabilir ama adaletsiz yaşamak ve ayakta durmak mümkün değildir.
Bazıları Lafonten masallarını çocuklar için yazılmış sanır. Hayır, büyükler içindir. Kurt ve kuzu hikâyesini bilirsiniz:
Kurt kuzuyu yemeye karar verir. Hukukî bir bahane lazımdır. Pırıl pırıl bir pınardan su içen kuzunun yakınında o da su içmeye başlar. Sonra kuzuya öfkeyle ve kinle bağırır: “Suyumu bulandırıyorsun!..” Kuzu, “Aman efendim nasıl olur, siz üst taraftan içiyorsunuz, ben suyu bulandırsam bile o bulanıklık size gelmez...” cevabını verir. Kurdun öfkesi ve gayzı katlanır ve ikinci bahane bombasını atar: “Terrbiyesiz!.. Sen bu işi geçen sene de yapmıştın!..” Kuzunun savunması çok sağlamdır: “Böyle bir şey olamaz, çünkü ben geçen sene hayatta değildim, henüz birkaç aylığım...” der. Bunun üzerine çılgına dönen kurt, “Artık senin küstahlığın sınırı aştı” der ve üzerine atlayıp kuzuyu parçalayıp yer. Bir ülkenin ve bir halkın idaresiyle ilgili yüksek bilgelik kuralları vardır:
“Siz ne haldeyseniz o şekilde idare olunursunuz.”
Haram yiyenlerin, kara para zengini olanların başları belâdan kurtulmaz.
Adaletsizliğin sonu çöküştür.
Yoğun kokuşma olan bir toplumda herkes suçludur. Kokuşmaya bulaşanlar suçlu, kokuşmayla yeteri kadar mücadele etmeyenler, kötülüğü engellemeye çalışmayanlar da suçludur.
ümraniye’de bir gecekonduda hayli silâh, cephane, patlayıcı madde bulunmuştu... Bunların yanında 60 kadar dosya vardı. Onlara da el konulmuştu... Asıl bombalar o dosyalardı.
Bundan sonra neler olacak? Ben kâhin değilim... Tahminlerim şunlardır:
Bu kafayla, bu kafalarla, bu kafasızlıkla Türkiye düze çıkmaz, huzurlu ve güvenli olmaz.
Krizler birbirini takip edecektir.
Siyasî ve hukukî krizlerin yanında dehşetli, korkunç, son derece tahripkâr bir iktisadî ve malî (parasal) kriz patlak verecektir.
Siyasî, sosyal, iktisadî, kültürel, etnik yanardağlar patlayacaktır.
Şimdiye kadar olup bitenler çok hafiftir...
Büyük fırtınalara, dehşetli kasırgalara hazır olunuz.
Rüzgâr eken fırtına biçermiş. Peki fırtına eken ne biçer? Herhalde huzur, güven, barış, uzlaşma biçmez...