Yunus Vehbi Yavuz

Yunus Vehbi Yavuz

Rütbe ve mevkii ile düşünmek

Rütbe ve mevkii ile düşünmek

Düşünmek güzel bir şeydir. Zira insan düşünen değerli bir varlıktır. Benim düşüncem güzel olduğu kadar başkalarının da düşünmesi güzel şeydir. Benim düşüncem bana göre güzeldir, fakat başkasının düşüncesi de ona göre güzeldir. Acaba benim düşüncem başkalarına göre nasıldır?
Toplumumuzdaki esas mesele şudur: Bu düşünceler arasında en güzel olanı hangisidir? Bunun belirlenmesi için insanlar bir yöntem bulmak zorundadır. Yoksa zorbalık devam edip gider. Söylenemeyen ve uygulama şansı bulamayan düşüncenin faydalı yahut zararlı olduğunu nasıl anlayabiliriz ki?
Tüm düşünenlerin düşünceleri yan yana gelmeden, bunlar arasında kıyaslama yapılmadan birini diğerinden ayırmak ya da birine sahip çıkıp diğerlerini dışlamak isabetli bir yol değildir.
Eğer böyle bir yöntem uygulanmazsa, uygulanamazsa söylenebilen yahut söylenmesine izin verilen düşünceler öne çıkarak toplumda boy gösterme, insanlar ve eşya üzerinde hükmetme mevkiinde olurlar.
Bunun için şöyle bir hareket yolu izleyenler olur: Benim düşüncemin güzel olduğunu ortaya koymak için düşüncenin tanıtım vasıtalarını elime geçirerek hep kendi düşüncemi yayarım, onun reklamını yapar ve yaptırırım, diğerlerine hayat hakkı tanımam, olur biter.
Dolayısıyla başka düşünceler bilinmez, zamanla silinip gider yahut tanıtılmazsa benim düşüncem en güzel ve en iyi düşünce olarak tanınır.
Düşünce hâkimiyetinin bir başka yolu da başka düşünceleri, eğer varsa, gücümle yasaklarım, öteki düşünceler ifade edilemez, dolayısıyla benim düşüncem kalır, benim düşüncem uygulanır, benim gibi düşünenlerin düşünceleri yaşatılır.
Bu yol çok tatlı, dirençsiz, zahmetsiz ve rahat bir yoldur. Bir tür emir ve komuta zinciri içinde ülke yönetilir, oh ne güzel! Tabi mesele şahsi bir iş yahut bir çiftlik yönetimi olsa bunda problem yok, faydası da zararı da düşüncenin sahibine olur. Dışarıdan bir düşünce kabul etmek zorunda değil insan, kendi çiftliliğini dilediği gibi yönetir.
Fakat eğer söz konusu olan, şahsi çiftlik değil de milletin işleri ise, bunu yapmak kimsenin hakkı değildir. Çünkü ülkenin sahibi millettir. Milletin temsilcileri olur ve bu temsilciler ülkeyi milletin düşündüklerine göre yönetmelidirler. Aksi takdirde olan millete olur.
Ne kadar çok Atatürkçü olduğunu iddia ederse etsin, ne kadar çok devletin derininde yahut yüzeyinde duruyorsa dursun, fonksiyonları ne kadar çok yahut az olursa olsun, hiç kimsenin bir millete ait ülkeyi dilediği gibi yönetme hakkı yoktur, olamaz.
Benim gibi düşünürsen, benim gibi yönetirsen mesele yok, sana izin veririm. Fakat başka türlü düşünürsen bu, düşünce değildir, batıldır, yanlıştır, ülke için tehlikelidir, devlet için zararlıdır.
Bu düşünce tarzı 90 yıldır alıştığımız ve üzerinde yetiştirilmek istendiğimiz düşünce tarzıdır. Devlet hep benim gibi düşünenler tarafından yönetilmelidir, sadece benim gibi düşünenler devletin tüm yetkili kurullarına getirilmelidir. Usul demokratik olsun olmasın, fark etmez.
Bunun için, başka düşüncelerin piyasada olmadığı ve ses çıkaramadığı dönemlerde belirlenen usuller, anayasa maddeleri aşılamaz, aşılırsa bu, tehlikeli bir şekilde kadrolaşma olur, siyasallaşma olur.
Fakat ben eskiden beri kadrolaştım ve hak sahibi oldum, dolayısıyla ben yaparsam siyasallaşma olmaz; fakat sen yaparsan kötü olur. Ben yaparsam iyi olur, sen yaparsan kötü olur. Çünkü ben benim, sen yabancısın. Sen ve senin gibi düşünenler eğer bir kurumda çoğalırsanız bu kadrolaşma olur, işgal olur, yandaşlık olur, zararlı ve tehlikeli olur.
Çünkü sen yoktun, ben seni yok etmiştim, nereden çıktın geldin? Git başımdan, başımı ağrıtma, rahatımı bozma! Menfaatlerimi elimden alma, huzurumu, zevkimi, safa mı kaçırma, okuma, yükselme, git, Anadolu’da çiftçi ol, zanaatkâr ol, işçi ol, etliye sütlüye karışma, bana iyi hizmet et. Zira sen hizmetçi, ben efendi olarak yaratıldım; bozma benim kurduğum sistemi…
Kimseye yaptıklarından dolayı hesap vermeden, kanunların bile hükmü altına girmeden iktidarlara hükmetmek ne kadar tatlıdır, ne kadar zevkli ve karlı bir iştir?
Bu mantık, 90 yıldan bu yana devleti ve milleti yöneten mantıktır. Bu mantığın çarptığı sert kaya, son zamanlarda ortaya çıkan demokrasi kayasıdır. Millet kendi varlığına sahip çıkmaya başladı. Nerden çıktı bu demokrasi denen bela? Eski köye yeni kanun mu gelecek? Bırakın da eskisi gibi sürüp gitsin her şey…
Ben ve benim düşüncem ve benim gibi düşünenlerin düşüncesi kutsaldır, sen ve senin gibilerin düşündükleri düşünmek sayılmaz, çünkü sen düşünme ehliyetine sahip değilsin.
Düşünebilmek için her şeyden önce ehliyet gerekir. Bu ehliyeti verme yetkisi ise sadece bende vardır. Senin vesayet hakkın benim elimdedir. Bu vesayeti vermiyorum, vermem, veremem. Bugünlerde sürüp giden tartışmaların hulasası budur.
Bu çağda işte bu tarz tavırlar açıkça sergileniyor. Sakın bu çağda hala böyle düşünenler de olur mu? demeyin. Olur, işte bizim ülkemizde vardır, her gün medyada bunun mücadelesi verilmektedir.
Adalet bakanlığının mensupları arasında dün yapılan toplantıda ev sahibi savcılara yer ayrılmazken, misafir kurumların toplantıyı işgali bu düşüncemizin açık delilidir.
Sen kurumda görevli bir savcı olabilirsin, fakat anlamazsın, çık dışarı, zihniyeti yukarıda tasvir edilen düşüncenin ispatıdır. Bir koruma polisi devletin bir savcısını itebilir, ona hakaret edebilir mi?
Hâkimler ve savcılardan küçük mutlu bir azınlık, Anayasa düzenlemesine karşı çıkmakta ve Anayasa mahkemesi gibi 11 kişilik mutlu ve ömür boyu görevli azınlık hukukçularla HSYK üyeleri bu taslağa şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Acaba neden?
Çok açık, Yargıtay ve AYM’nin seçtiği beş kişinin bir iktidar gücünü kullanması mı daha demokratik, yoksa bir milleti temsil eden yüzlerce hâkim, savcı, değişik kurum ve kuruluşların seçtikleri mi?
Beş kişilik kurul mu daha büyük, yoksa 20 kişi, otuz kişilik olan mı? Bir atanmışlar gurubu mu daha büyük yoksa milletin atadıkları mı?
Millet fertleri bu basit matematiği hesaplayacak kafa yapısına sahiptir, fakat koskoca Anayasal kurumların mensupları acaba bu basit hesabı nasıl yapamıyorlar da beş kişinin 70 milyondan daha büyük, daha güçlü ve daha doğru yolda olduğunu iddia ediyorlar?
Acaba bu akıl almaz hâkimiyet sevdasının sebebi nedir? Sebebi çok basittir, sorumsuz sultayı, mutlak kraliyeti bırakamamak, başka düşüncelere tahammül edememek…
Bu yol yanlıştır. Yanlış yoldan acaba neden dönemiyorlar? Kafaları ile değil, rütbeleri, mevkileri ve hâkimiyetleri ile düşünüyorlar da ondan…
Eğer bunların elinde, kendilerine hediye edilen ömürlük kudret ve hâkimiyet olmasa kuzu kuzu millete teslim olacaklar ve milletin fertlerinden biri gibi hareket etmeyi öğreneceklerdir. Bütün samimiyetimizle biz işte bunun gerçekleşmesini temenni ediyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yunus Vehbi Yavuz Arşivi