Kaçın, "entel eleştirmen" geliyor!
Vay canına yahu, bakınız ben meselenin bu yönünü hiç düşünmemiştim; meğer bizim eski Yeşilçam filmlerinden hoşlanmaklığımız, kırk defa seyretmiş olsak bile rahmetli Kemal Sunal'ın Süt Kardeşleri'ni, Hülya Koçyiğit'in Hıçkırık'ını, İzzet Günay abimizin Acemi Çapkın'ını bilakis kırk kere daha seyretmekten yüksünmeyişimiz çok büyük kabahatmiş de haberimiz yokmuş.
Resmen ayıp etmişiz eski film seyretmekle.
Kim buyuruyor? Gazetelerden birinde televizyon, sinema kritikleri yazan fakat ismini bizden esirgeyen bir entelektüel (kardeşimiz, abimiz, ablamız; her kimse!) yazar arkadaşımız söylüyor.
Efendim, güya Kadir İnanır bir yerlerde demiş ki,
-Şimdi genç yönetmenler Yeşilçam'ı tanımak istemiyorlar, beğenmiyorlar ama onlar olmasaydı siz iyiyi bulabilir miydiniz bakalım?
Bunun üzerine genç sinema eleştirmenimiz celâllenmiş, köpürmüş de küplere binmiş; diyor ki,
-Ortada öyle nostalji duyulmaya müsait, dünyada ses getirmiş bir Yeşilçam sineması vardı da, bizim mi haberimiz olmadı?.. Yeşilçam çok ileri sinema yapıyordu da dünya mı anlamadı? Tarih unutturmuş zaten, neden deşilip duruyor ki şimdi?
Sevgili eleştirmenimiz Kadir İnanır'a bozulmuş (Kim inanır?), ondan hıncını almak için bizim yerli filmleri pataklamaya kalkışıyor. Müsaade eder miyiz? Yerli filmlerimiz o kadar sahipsiz midir?
Hele bu memlekette eski filmlerden hoşlananların köküne kıran mı girmiştir ki bu genç elemanımız, selamsız sabahsız bodoslamadan bizim ortak ve milli bir değerimize fiske atabilmektedir?
Sevgili okuyucularım; entelektüel sinema yazarı kardeşimizin ortaya karışık istikametinde servise koyduğu şu tenkidler, durumdan vazife çıkarmamı gerektirdiği için kusuruma bakmayınız; "Yeşilçam'ı savunmak sana mı kaldı kardeşim?" diye beni sâkin olmaya da davet etmeyiniz.
Sâkin olmayacağım işte, sakin olmayacağım!
Başkalarının, entel sinemacıların ne dediği, ne düşündüğü umurumda bile değil; ben, Yeşilçam sinemasının o kötülenen, o inandırıcı bir hikâye ve kurgudan uzak, görüntü kalitesi yerlerde sürünen, n'aayır'lı, n'olamaz'lı, türkülü, şarkılı, fakir genç kızla zengin oğlanın, zengin oğlanla fakir kızın imkânsız aşklarını, hicranlarını, hıçkırıklarını konu edinen salaş filmlere bayılıyorum, çok seviyorum.
Hiçbir entelektüel analiz beni fikrimden caydıramaz.
Sabahları en büyük keyfim, iyi demlenmiş birkaç bardak çay ve kızarmış ekmekle peynir refakatinde televizyon kanalları arasında dolaşıp bir yerli film bulmak, kırk defa seyretmiş olsam da kırkbirinci defa seyretmek, olmadı, en azından sesini dinlemek.
Biz bu filmlerle büyüdük; bu esnada başka filmler, sözümona "başyapıtlar", psikolojik filmler, ağır sinema şaheserleri de seyrettik, onlardan da zevk aldık şüphesiz ama hiçbirinde, şu bizim "kötü ve değersiz" sandığınız filmlerde bulduğumuz sıcaklığı ve sevimliliği bulamadık.
Bizim filmler pek mi gerçekçidir? Yoo, aksine biz yerli filmleri gerçekçi olduğu için değil bilakis gerçekçi olmadığı için sever ve seyrederiz. Esas oğlan tam da filmin kötü adamının elinde telef olmak üzere iken Polis'in hızır gibi yetişmesine hem güler, hem seviniriz. Olmadık tesadüflerin çizdiği kader yollarına içimizden "Eh, yerli filmdir, olacak o kadarı" diye anlayışla bakarız. Cinayetle suçlanan esas oğlanın film sonunda mutlaka suçsuzluğunu isbat ettiği gibi üstüne üstlük sevdiği kızla evlenmesine bile "Yok artık, bu kadarı da olmaz; cıvıttılar bunlar yahu!" demeyiz.
Bizim filmler çok mu sanat değerini haizdir? Yoo! Üç otuz kuruş sermaye ve siz bilemediniz sekiz-on güne sığdırılan çalışma takvimi ile çekilen filmden bir de sanat değeri umacak kadar yüksek değildir insafımızın çıtası. Işıkları kötüdür, kostümler felakettir; renkler çamur gibi sıvanmıştır. Metinler nedense hep klişedir (ve biz böyle klişe cümlelere bayılırız): Senin annen bir melekti yavrum... Elimiz yüzümüz kirli olabilir ama vicdanımız Arap sabunuyla yıkanmış gibi tertemizdir... Ben masumum hakim bey... Size baba diyebilir miyim amca?.. Bazı filmler, para yetersizliği yüzünden otomobil veya kırda koşup kovalamaca sahneleriyle lüzumsuz yere uzatılmıştır meselâ; affederiz, onları da kemâl-i zevkle seyrederiz.
Bizim filmler çok mu eğitici, öğreticidir? Yoo! Yerli filmleri hayat görgüsü edinmek için değil, masal dinlemek veya daha doğrusu yerli film seyretmek için seyretmişizdir hep. Orada gerçek hayatın sertlikleri, sivrilikleri, kesici ve delici ızdırapları olmadığı için çekici gelir bize. Yerli sinemamız, Yeşilçam emektarlarının 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya koydukları tamamen yerli, tuhaf ve bize dair garip bir sanat çeşnisidir, bir tahkiye biçimidir.
Biz yerli filmlerimize bir Citizen Kane, bir Vertigo, bir Paths of Glory muamelesi yapmayız; yönetmenlerimizi de elbette Hitchock, Bergman, Coppola ile kıyaslamak aklımızdan geçmez (Esasen bunların alayı bir araya gelse, bir "Senede bir gün" filmi çekebilirler mi şüphelidir!); onlar öyle oldukları için sevimli ve bize dair adamlardır.
Bizim filmlerin üstünlüğü bu faktörlerden tamamen başka; bizim yerli filmler, bize aile değerlerini hatırlatır; adalet duygusunu telkin eder. Zalimlerin âhını mazlumda bırakmaz. Aşka, mâsumiyete saygı gösterir; biz o filmlerde "Bir film çektim memleketi o'ssaat kurtarıverdim!" emeliyle seyirciye sopa atar gibi ders vermeye kalkışan kafası karışık yönetmenlerin iç sıkıntılarını değil, çook eskilerden beri anlatılan eski bir masalı yeniden dinlemenin hazzına dokunuruz.
Anlayacağınız kimseler bizim sinema keyfimize karışamaz; hiçbir entel sinema eleştirmeni bizim yerli filmlerimize lâf söyleyebilmez; yine de böyle bir mecnunluğa tevessül edenlere, "git kendi yoğurdunu ye; bize karışma" deriz çok çok...
Ve öyle diyoruz: Git kendi yoğurdunu ye, entel filmlerini seyret ve bizim zevkimize karışma kardeşim.