Bir Huzur İklimi Asr-ı Saadet
Bu haftaki kitaplarımız Işık Yayınları’ndan. İlk eserimiz, Prof. Dr. Hüseyin Algül’ün yazdığı; “Bir Huzur İklimi Asr-ı Saadet” adını taşıyor.
İkinci eserimiz, Faruk Çetin’in kaleme aldığı; “Bir Dil Afeti Olarak Gıybet” üst başlığıyla, “Dilini Tutan Kurtuldu” adını taşıyor.
“Bir Huzur İklimi Asr-ı Saadet” adlı eserin yazarı Prof. Hüseyin Algül, kitabı hakkında şunları söylüyor:
“Bu kitapta Sevgili Peygamberimizin Asr-ı Saadet’te oluşturduğu huzurlu İslam toplumunu ele aldık. Bu toplumun hangi temeller üzerine kurulduğunu ve İslam tarihine altın harflerle geçmiş olan başarı öyküsünü yazmaya çalıştık. Söz konusu huzur ve başarıya koşan Asr-ı Saadet neslinin, Peygamber Efendimizin rehberliğinde Kur’an’dan manen nasıl beslendiğini anlamaya ve bizzat Hz. Peygamber’i örnek almakta nasıl titizlendiklerini görmeye çalıştık.
Bu kitapta Sevgili Peygamberimizin hicretten sonra Medine’de İslam toplumunu kurarken, ilk öğütleri arasında yer alan; “selamı yaymak-selamlaşmak, muhtaçların ihtiyacını gidermek, muhtaçlara yemek yedirmek, akrabaya yardım etmek-akrabayı ziyaret etmek, geceleyin namaz kılmak” üzerinde durulmuştur.
Bu çalışmada öne çıkardığımız diğer bir husus, Peygamber Efendimizin Medine’de İslam toplumunu inşa ederken; “cami-ibadet, okul-ilim, kardeşlik-dayanışma” müesseselerine verdiği önemdir. Bunlar anlatılırken o dönemin kahramanları olan ashabın hayatından örneklere yer verilmiştir.”
İkinci eserin önemine binaen hemen şunu söylemeliyiz. Üç kişinin yaşadığı en ıssız bir adadan milyonlarca veya milyarlarca insanın yaşadığı yerlere kadar, bütün herkesin başında ne kadar bela varsa, hepsinin meydana gelişi dillerindendir. Huzur ve güvenin olduğu yerlerde dedikodu yok demektir. Eğer huzursuzluk, güvensizlik ve bunlara bağlı her türlü bela kol geziyorsa, orada birinci sırada dedikodu var demektir.
İşte bugün tanıtmaya çalışacağımız ikinci eser, bu meseleyi yakından inceleyen bir kitaptır. Eserin okuyucuya takdiminde şu satırların altı çizilmiş:
“Ahlak yasalarının en temel kanunu; “Sana yapılmasını istemediğini başkasına yapmamaktır.” Bu öyle temel bir esastır ki, insanlar arasında sadece bu kanun gözetilse, çözülmedik problemin kalmayacağı söylenebilir.
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden selamette olduğu kişi” ise eğer, bu kanuna uymak mü’minler için mutlak bir vecibe demektir. Bütün varlığın kendisinden emin olduğu insan olan Müslüman, tabii hali içinde çevresine emniyeti öylesine telkin edebilmelidir ki; kendisine bir iftira atılsa, o iftirayı işitenlerin müfterilere tepkisi “O böyle bir şey yapmaz!” şeklinde olmalıdır.
Mü’min, insanların yanındayken de uzağındayken de onlar için bir emniyet vesilesidir. İnsanlar bilirler ve emin olurlar ki, bir mü’minden kendilerine fiil veya söz suretinde bir zarar dokunması söz konusu değildir. Ancak şeytanın desiseleri çoktur ve çoğu zaman zehrini, insana bal diye yedirir. “Ben hak için söylüyorum” derken, çok kez aldanır insan.
Hâlbuki söyleyen nefis, söyleten şeytandır. İnsan hiç fark etmeden dilini bu iki düşmanın kullanımına verdiği zaman, öyle feci neticeler ortaya çıkabilir ki, bu tahribi toplar, tüfekler yapamaz. İşte bu yüzden; “Kılıç yarası iyileşir, dil yarası iyileşmez” denilmiştir.
Ancak asıl yara, dilini gıybette kullanana aittir. Bu öyle bir iyileşmez yaradır ki, ahirette dahi acı çektirecektir. İnsan yalnız birkaç kelime ile öyle büyük toplulukların gıybetini yapabilir ki, bütün hayatı boyunca uğraşsa o insanlara ulaşıp hakkını helal ettirmez.”
Eserler hakkında bilgi için: Işık Yayınları 0216 318 42 88
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.