ÖYLE MI SAYIN YALÇINKAYA?.
İddianamenin tesliminden kısa bir süre sonra, soluğu Güneydoğu taraflarında aldığımızı dün yazmıştık.
Niçin mi buralardayız?..
İşimiz bu; Kapatma davasıyla şöhrete ulaşan mevcut Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın dünyasını araştırıyoruz!..
Bu tür mevzularda kısmetimiz de açık hani…
Bülent Ecevit’ten, Hikmet Uluğbay’a, Metin Bostancıoğlu’ndan çevik Bir’e kadar alayının girdisini çıktısını ne tevafuklarla bulmuştuk, hatırlarsınız!..
Tuhaf bir durum; Laikçilik yapacağım derken, ortalığı fil girmiş züccaciye dükkânına döndüren kim varsa ya babası ya dedesi ya da en fazla büyük dedesi koyu şeriatçı çıkıyor!..
Nesilleri mi kaybettik, sular mı yandı, ne olduysa oldu; O mübarek zatların bir kolundan, milletin değerleriyle cedelleşen bir nesil doğdu.
Hani; “yarattık on yılda on milyon genç” diye bağırıp durdukları bu olsa gerek!..
Neyse özümüze, yani konumuza dönelim…
Efendim; Bu dava açıldı ya,
Başbakan Şanlıurfa’da fena hâlde verdi veriştirdi malum…
O bunu yaparken… Biz de, Şanlıurfa’nın bir başka köşesindeydik…
Hadi söyleyelim: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcımız Abdurrahman Yalçınkaya’nın memleketindeydik!..
öyle ya; herkesin gittiği yerden bize ne!..
Başbakan’ın 72 kanalda canlı olarak verilen konuşmasını dinlemenin ne faydası var?
Tuttuk; Şanlıurfa’nın kırk yedi kilometre uzağındaki Suruç ilçesine gittik.
Sayın Başsavcı, Suruç’un “KARA” köyünden.
Hayata bak; “KARA”dan çıkmış, AnKARA’ya başsavcı olmuş…
Ve hayata bak; Atalarının benimsediği, uğruna can verdiği inancın AnKARA’daki adı, “irtica” olmuş!..
Durun; işin bu “Şeriatçı ATA” tarafını YARINKİ YAZIMIZA bırakalım da…
Bugün; Bizi ziyadesiyle müteessir eden bazı durumlara el atalım…
Burası Şanlıurfa, Unvanı “Peygamberler şehri”…
Eriyorsunuz bu şehirde, hâlden hâle giriyorsunuz…
Hani diyorum ki; Mekke ve Medine’den aldığınız hazzın yüzde atmış, yetmişine rahatlıkla ulaşıyorsunuz buralarda…
Her şey çok farklı, Batı taraflarında unutulma noktasına gelen değerler, buralarda dimdik ayakta…
Bu değerlerin başında da;
Konumuzla bağlantılı olduğu için lafı oraya getiriyorum; “VEFA” geliyor,
Hısım akrabaya MUHABBET geliyor…
İdeoloji ayırt etmeksizin, zor durumdakine YARDIM geliyor.
Maalesef; Sayın Başsavcı’nın geçmişini araştırırken, duyduklarım fena hâlde üzdü beni…
Yıktı, mahvetti!..
çok acı; iki erkek kardeşinden biri (Hüseyin) Diyarbakır/Dicle üniversitesi’ndeki odasında ölü bulunmuş… Resmi belgelere göre; aşırı alkol aldıktan sonra beynine kurşun sıkmak suretiyle intihar etmiş…
Suruçluların iddiası ise çok farklı:
Bir örgütle bağlantısından dolayı öldürüldüğünü öne sürüyorlar.
Bilemem!
ülkemizde, özellikle de Şanlıurfa gibi maneviyatın ön planda olduğu illerimizde intihar eylemi ziyadesiyle fena kabul edildiğinden böyle diyorlardır, belki de..
Neyse, Hüseyin adlı kardeşin durumu böyle…
Bir de, Bakır var. Bakır Hoca…
O “Rahmetli” nitelemesini ziyadesiyle hak eden bir Allah dostu. Bütün Suruçlular, Bakır Hoca’yı anlattı bana.. Bir mübarek zat, gecesi gündüzü ibadetle geçen.. Elindeki üç beş kuruş parayı, gözünü kırpmadan ihtiyaç sahiplerine veren bir “Şeriat aşığı!..” Kimi, “Şüphesiz Evliyaydı” diyor, en mütevazısı “Evliya olması kuvvetle muhtemel.”
Etrafındakilere sürekli olarak Kur’an-ı, Kur’an ahlâkını, Kur’an’daki VEFA duygusunu anlatırmış, merhum… Tatlı dilli, güler yüzlüymüş…
Gafletteki arkadaşlarına, kalplerini kırmamaya binbir özen göstererek tebliğde bulunurmuş…
Uzatmaya gerek yok, merhumun nasıl bir zat olduğu anlaşıldı herhalde; “iddianamedeki” bakış açısına göre son derece “anti laik” bir zat.
Ya da “laiklik karşıtı faaliyetlerin” o bölgedeki “ODAK”larından!..
Ben meselenin bu taraflarıyla pek de ilgilenmiyorum aslında.
Derdim başka. Fena halde VEFA’ya takmış durumdayım…
Suruç’a gidip de, Bakır Hoca adlı mübareğin, bir onun evinde bir bunun evinde, sürüne sürüne vefat ettiğini öğrendiğimde, inanın beynimden vurulmuşa döndüm.
Adamcağız, hiç evlenmemiş, evlâdı da yok dolayısıyla…
Bir kardeşi de, söyledik ya, intihar mı ne etmiş… Varı yoğu; Ankara’daki erkek kardeşi yani Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya..
Ben merak ettim; Sayın Savcı, tek başına yaşamaktayken kanserin pençesine düşen ağabeyini niçin onun bunun yanına bırakmış?..
Niçin, Ankara’ya getirip Bayındır’larda, GATA’larda tedavi ettirmemiş?..
Evet efendim.
Ne yazık ki; Köylülerinden maalesef hiç de hoş olmayan laflar işittim.
Bu işlerin ideolojisi olur mu?..
Ana, baba, kardeş… Bu işlerde, hele ortaya muhtaçlık da varken; “laiklik”, “şeriatçılık” gibi kavramlar söz konusu edilebilir mi?..
Hayır! Bu kadarına inanmak istemiyorum.
Suruçluların söylediğine göre, Sayın Başsavcı defalarca telefon edildiği hâlde bir kez olsun ziyaretine gitmemiş hasta ağabeyinin.
Dahası… Merhumu, belediye defnetmiş!..
Cenazesine, öz kardeşi iştirak etmemiş!..
Nasıl sarsıldım, bilemezsiniz…
Sadece ben mi; bizimle birlikte Suruç’a gelen GAP Gazeteciler Birliği Başkanı Zeynel Abidin Kıymaz ve Şanlıurfalı kıymetli meslektaşımız Talat Akay da yıkıldı âdeta…
Nasıl yıkılmazsın?.. çanakkale’ye saldıran İngilizlerin bile tedavilerini gerçekleştiren bizler değil miydik?..
Düşmanımıza bile merhamet etmez miydik?.. Bizlere ne oldu da böyle, ölüm döşeğindeki kardeşlerimize bile gidemez olduk? Dindar olmuşsun, laik olmuşsun, solcu, sağcı olmuşsun; bu işlerde ne önemi var?..
Offf, of!.. Bilemiyorum!..
Neyse… Buralar böyle… Ne diyecektim?.. Ha tamam;
Bakın ne yaptım: Sayın Başsavcı’ya, anlatılanlardan hiçbirinin doğru olmamasına dair temennimin de yer aldığı bir mesaj gönderdim…
Son nefesine kadar Bakır Bey’in yanında olan dostlarının anlattıklarını olduğu gibi aktardım. Bu arada; Babadan miras tarlaların gelirlerinin nasıl kullanıldığına dair sorularım da oldu.
Ben bu mesajı gönderirken… Şu hâle bakın; Kulaklarımı kapatıyor, “daha fazlasını duymak istemediğimi” haykırıyorum ama… Belge, bilgi, “bulaşmayalım” derken, gelip beni buluyor!
Ya, zaten bir dolu sıkıntım var, ruhum daralıyor. üzmeyin beni, anlatmayın!
Rizelerden taaa buralara bilgi belge taşımayın.
Dostlarım, Lütfen yapmayın!
Beni, günlerce bu mevzular üzerine yazmak mecburiyetinde bırakmayın!
Ya da… Oldu olacak, bizi izlemeye devam edin!..