Yunus Vehbi Yavuz

Yunus Vehbi Yavuz

Beyinler üzerinde hâkimiyet kurmak

Beyinler üzerinde hâkimiyet kurmak

Beyin, yüce Yaratıcı’nın insana verdiği harika bir alettir. Bu alet, gereği gibi kullanarak hayatını insanca ve özgürce yaşasın diye ona ihsan edilmiştir. Beyni kapasitesine uygun olarak en iyi şekilde kullanmak da bir kulluk görevidir. Eğer kullanmaya engeller varsa, bu engelleri kaldırmak da...
İnsanı, insan olmayandan ayıran temel unsur, beyindir. Bir insandan beyin alınınca, onun yaşaması nasıl mümkün olmazsa, bir insanın beyin hâkimiyetini elinden alınca da özgür bir insan gibi yaşamaz, yaşayamaz. Onun bitkiden yahut bir hayvandan farkı kalmaz.
Hayvanı eğiterek ve beynine hükmederek kullanmak ne ise, insanın beynine hükmederek, zihnini işgal ederek ona hükmetmek de odur. Hayvanı eğiterek onun üzerinde hâkimiyet kurmak, onun için belki de bir nimettir. Fakat insana hükmetmek böyle değildir. İnsan beyninde hâkimiyet kurmak, ona tamamıyla hükmetmek, onu hayvan derekesine indirerek alçaltmak anlamına gelir.
İnsan, doğarken özgür olarak doğar ve belli alanlarda geleceğin büyük bir insanı olacak altyapı ile donatılmış olarak dünyaya gelir. Bu donanımı hiç dikkate almaksızın, beynine girmek, üzerinde hâkimiyet kurmak, onun geleceğine engel olmak, olması gereken yere gelmesinin, insan olmasının önüne duvar örmek demektir.
Dünyevi ve siyasi intisaplarla dinî alandaki intisaplar, insan özgürlüğüne vurulan prangalardır. Öğrenci, tilmiz, mürid, mensup ve bağlı, gibi terimler, işte hep bu insan beyni üzerinde hâkimiyet kurmakla ilgili kavramlardır.
Bugüne kadar fazla dikkatimizi çekmese de, Hz. Peygamber’in tilmizleri, öğrencileri, müritleri, müminleri, müslimleri ve mensupları yoktu. Belki onun arkadaşları, dostları vardı. O bütün intisapların Allah’a yapılmasını önermiş, onun için gönderilmiş ve onun için güzel örnekler vermiştir.
Hz. Peygamber’in müritleri ve mensupları olmadığı için, kadın-erkek ayırımı olmaksızın, onun arkadaşları çekinmeden ona her alanda serbestçe sorular sorabilmişler, hatta vahiy gelmeyen konularda itirazda bulunmuşlar ve bu itirazları zat-i şahaneleri tarafından kabul görmüştür.
İşte bu sayede, Hz. Peygamber’in arkadaşları son derece mükemmel şahsiyet kazanmışlardı. Beyinlerini kullanarak ileride “kendileri” olmuşlardı. Hz. Peygamber onlara sadece yol göstermiş, varsa arkadaşlarının yanlışlarını düzeltmiş ve ellerine ölmez hayat prensipleri vermiştir. Ashab, işte bu prensiplerle hareket ederek hayat boyu akıl almaz başarılar sergilemişlerdir.
Hz. Peygamber’in görevi, sadece kendisine inananları aydınlatmak ve onların Allah’a tapmalarını sağlamak olmuştur. Tevhid dinin özü işte budur.
Hz. Peygamber’den sonraki kuşaklarda da, gerek irşat noktasında, gerekse eğitim-öğretim noktasında, aynı yolu izlemişler, büyük âlimler öğrencilerine arkadaş muamelesi yapmışlar ve ilim-irfan öğrettikleri öğrencilerine “öğrencim, tilmizim, mensubum” demeyip, belki Hz. Peygamber gibi “arkadaşım” hitabında bulunmuşlardır. Nitekim bazı kitaplarda bu tabirler açıkça görülmektedir. “Ebu Hanife ve Arkadaşları”, “Şafii ve Arkadaşları” gibi.
Bunun anlamı, ilk âlimlerin insan beyninde hâkimiyet kurmaktan endişe ettikleri ve bu konuda son derece hassas davrandıklarıdır.
Bir âlimden herkes faydalanabilir, az-çok ilim alabilir. İlim, Allah’ın sıfatı olduğu için hem ona, hem de onun alındığı kimselere saygı göstermek, İslâmî bir terbiyenin gereğidir. Âlime saygı, ilme saygıdandır. Bu olmalıdır. Fakat hiçbir âlimin yahut mürşit makamındaki kimsenin başkalarına yol göstermiş diye, yahut başkalarına bilgi öğretmiş ve onların dünyasını aydınlatmış diye, onların beyinleri üzerinde hâkimiyet kurma hakkı olamaz.
Beyin üzerinde hâkimiyet kurmak, modern anlamda onun sahibini köleleştirmek demektir. İslâm köleleştirmeye karşı 15 asırdan beri mücadele etmiştir ve bu mücadele hâlâ devam etmektedir. Dinî irşat yahut öğretilen bilgi istismar edilerek, hiçbir kul üzerinde hâkimiyet kurulamaz, böyle bir iddianın İslâm dini ile ilgisi olamaz.
Ebû Hanife ve diğer mezhep imamları ile İslâm âlimleri, beyinler üzerinde hâkimiyet kurmamak için sıkı tembihlerde bulunmuşlar ve kendi düşüncelerinin yayılması için çalışmamışlardır. Belki düşüncelerini topluma hizmet edebilmek ve sorumluluklarını giderebilmek için ifade etmişler ve bunun için binlerce öğrenci yetiştirmişlerdir.
Bu öğrenciler de kendilerine gerekli saygıyı göstermişler, onların ilkelerinden ayrılmamışlardır. İmam Âzam Ebû Hanife, İslâm dünyasına şu ilkeyi vermiştir: “Hiç kimseye, bizim görüşümüzü sorgulamaksızın alıp uygulamak helal olmaz.”
Ebû Hanife ve benzeri âlimler, yanlış yapmaktan korunmuş olmadıklarının farkındaydılar; başkalarına hatalarını kabul ettirmenin Allah katında büyük sorumluluk doğurduğunun şuurundaydılar. Onlar, şan-şöhret ve kalabalıklar peşinde hiç değillerdi.
Dinî alanda hizmet vermeye çalışanların en büyük handikaplarından biri şöhret, biri gösteriş, biri de bu beyin üzerinde hâkimiyet kurma meselesidir. Müslüman ve takva sahibi âlim ve mürşit kimselerin en önemli görevi, kendileri adına hareket etmeyip, belki Allah’ın ve Peygamberi’nin yolunun doğru fotoğrafını çekerek halka dağıtmak ve bunda kendilerine asla pay ayırmamaktır.
Eğer zerre kadar menfaat, pay alma ve hâkimiyet kurma düşüncesi varsa, bu hizmet dinî olmaktan, daha başka bir ifade ile İslâm dinine ait olmaktan çıkar, başka bir yola ait olur.
Bir Müslüman’a yol göstermek, düşünce ve bilgi ile ışık tutmak çok sevap bir iştir. Fakat birilerine yol gösterildi ve ışık tutuldu diye onların beyinlerine yerleşmek ve maddi-manevi varlıklarından istifade etmeye kalkışmanın İslâm dini ile, özgürlükçü anlayışla, çağdaşlıkla ve medeniyetle alakası yoktur, olamaz. Olsa olsa nefsin ve nefsaniyetin hâkimiyeti olur. Bilerek bunu yapmak ise gerçekten Allah’a ortak olma iddiasıdır, dolayısıyla şirktir.
Bir insanın beynine hükmetmek, onun beynini işgal ederek düşünmesini engellemektir, o beyne kendi düşündüklerini yerleştirmektir; beynin bir tür fonksiyonlarını tatil etmektir. Binlerce, milyonlarca beyni işgal etmek de, milyonlarca beynin fonksiyonunu çöp sepetine atmaktır. İşte insanlara yapılabilecek en büyük kötülük, kanaatimizce budur.
Beyin işgali çok tehlikeli ve bundan kaçınmak çok önemlidir. Allah her insana beyin denen mükemmel bir alet, fevkalade bir makine vermiştir ki; onunla düşünsün, kabiliyetlerini keşfetsin, dünya hayatından yeterince pay alsın ve istenilen ürünü elde etsin.
Beynini başkalarına kiralayanlar yahut onun işgal edilmesine izin verenler, kendilerine yazık etmiş olanlardır. Hayır, bunlar kendilerine yazık etmekle kalmazlar, belki Allah’a karşı büyük bir günah da işlemiş olurlar. İşgal edenler de aynı günaha ortaktırlar.
Beyin işgalinin dinî renkli olanı ile dünyevî renkli olanı arasında fark yoktur. Fakat en tehlikeli işgal olayı, devlet adamlarının ve siyasilerin işgalidir. Çünkü siyasiler, devletin bütün imkânlarını seferber ederek insanların beyinlerine hükmederler ve bu hâkimiyetin sona erdirilmesi, en zor bir iş durumuna gelir.
İşte bizim ülkemizde gündemde olan Ergenekon, Balyoz ve benzeri örgütler ile bu istikametteki çabalar, beyinler üzerinde kurulan siyasî hâkimiyetin en tehlikeli biçimidir. Bu hâkimiyetin anlamı, bu örgütü kuranların beyinlerindeki düşünceler ne ise, ne kadar mübarek ve üstün ise(!), “o düşünceler tüm Türk milleti tarafından kabul edilecek ve buna göre bir dünya kurulacak” demektir...
Acaba bu kafalar, Peygamber’den de daha üstün düşünceler mi üretiyorlar? Hz. Peygamber bile iki valisine içtihat yetkisi vererek, onları yönetimde serbest bırakmıştı. Dolayısıyla bu serbestlik, büyük fetihlere ve siyasal başarılara sebep olmuştur.
Beyinler üzerinde hâkimiyet kurmak isteyenler, kendilerini Peygamber’den de daha ileri derecede tutup, Allah yerine koymuş oluyorlar, hatta Allah’tan da daha ileriye gidiyorlar. Zira Allah, insan beynini düşünme ve üretme konusunda serbest bırakmıştır.
Siyasal alanda beyin işgalciliği yapanlar, belki Atatürkçülük iddiasında bulunarak bunu yapmaya çalışmaktadırlar. Oysa Atatürk, hiçbir şekilde beyinlerin işgalciliği iddiasında olmamış, böyle bir tavsiyede bulunmamış ve kendi düşüncelerinin ilahî bir yol gibi kabul edilmesini istememiştir. Belki insan aklının ve vicdanının özgür olmasını istemiştir.
Hani bir söz var ya... “Şeyh uçmaz, onu müritleri uçurur.” Atatürkçülük iddiasında olanlar da aynı şeyi yapmaktadırlar. Hatta Atatürkçülerin en büyük siyasi tarikatı kurduklarını ve onun manevi mirasını böylece imha ettiklerini de söyleyebiliriz. Ülkemizde uzun yıllardır beyinlerin kilitlenmesinin sebebi de bu olsa gerektir.
İşte gündemimizdeki büyük mücadele, bu beyin hâkimiyetine karşı verilen çok kutsal bir mücadeledir. Bu mücadelede mutlaka başarılı olmak gerekir. Değilse, milletin köleliği devam eder, hem de birkaç zavallının beyninin esareti altına girerek... Allah göstermesin; böyle giderse, bu esaret kıyamete kadar devam edebilir. O halde, beynimizi her türlü işgallerden kurtaralım, kiraya da vermeyelim, onu sadece kendimiz kullanalım.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yunus Vehbi Yavuz Arşivi