İzzet Barış Ve Savaş
İtidal ve orta yolu bulmak, dengeyi yakalamak neden bu kadar zor oluyor?
Kanaatimce nefsanî duygularımıza tabi oluşumuzdan, veya kısmen de olsa şehvetlerimize, kötü isteklerimize, hırslarımıza mani olamayışımızdan.
İman, ahlak, bilgi ve kültür bakımından gerekli eğitimini tamamlayamamış nefisler için olağan şeylerdendir aslında bu.
Duygular yerine iman ve ilim, bunlardan kaynaklanan ilkeler, ölçüler hakim olsa, itidal, yani orta yolu bulma, dengeli davranma ve her zaman ve zeminde adil olma kolay olur. ölçü kalkmışsa, yani “batman çağıla karışmışsa”, “vur deyince öldürmek” alışık işlerdendir.
Gayr-i müslimler ile iç içe yaşamak her zaman ve zeminde bir zaruret olabilir. Müslümanlar, hukuklarının gereğini bu durumlarda da gözetmek durumundadırlar. Kafirler ile dostluk, sevgi, bağlılık ve yardımlaşmanın yasaklanmış olması, genellikle ya inanç ve ilkeler bazında, ya da savaş şartlarında ve ortamlarındadır.
Burada güdülen amaç müslümanı, Allah Teâlâ’dan; Allah Teâlâ’nın dininden, kanunlarından alıkoyan her varlığa karşı duyarlı, ilkeli ve üstün konuma getirmektir. Allah için sevmek kadar, Allah için sevmemek, hatta buğzetmek de İslam’ın ilkelerindendir. Bunu anlamayan ve böyle davranmayan her kim ve kurum olursa olsun, ya dini anlamamıştır, ya da anlamıştır ama tebliğ ve irşat gibi bir maslahattan, veya müslümanların maruz kaldığı bir zaruretten dolayı böyle davranmaktadır.
İslam’a açıktan düşmanlık besleyen bir kişi veya kurum ile hangi dostluk söz konusu olabilir? Böyle bir dostluk, başını hiç secdeden kaldırmayana bile Allah Teâlâ’nın dostluğunu kaybettirir. Bu hüküm, Allah Teâlâ adına ahkam kesmek değil, Allah Teâlâ’nın kitabına göre konuşmaktır. Unutmamak gerekir ki o kitapta “Bir göğüste iki kalbin yaratılmadığı” vurgulanmıştır. çünkü bir kalpde iki zıt sevgi birleşmez. Orada Allah Teâlâ’ya sevgi varsa, Allah Teâlâ’nın düşmanlarına zırnık kadar sevgi olmayacaktır. Hangisi girerse, öbürü çıkar gider.
Bir ülkenin yönetiminde Müslümanlar söz sahibi ise sorun olmaz. İslam, dinimiz ve dindaşlarımızla savaşmayan gayr-ı müslimlere, inkarcılara, hatta tanrıtanımazlara erdemli davranmayı, iyilik yapmayı, yardım etmeyi, ihtiyacını gidermeyi yasaklamaz. Onlarla beraber yaşamayı doğal görür, ama ilkeli olmayı öğütler.
Ancak bir ülkenin yönetiminde Müslümanlar söz sahibi değiller ise orada müslümanların müslüman olmayanlara karşı tutum ve davranışı, karşıdaki insanların tutum ve davranışına göre değişir. Eğer orada hukuk üstün tutuluyor, insan hakları gözetiliyor, herkese din ve inanç özgürlüğü tanınıyor, bunun gerekleri sorun olmadan yaşatılıyorsa, yukarıdaki erdemli davranışlar devam eder. Değilse, orada sevgi ve dostluk söz konusu değildir, savaş hali var demektir.
Bu gibi ortamlarda gayr-i müslimlerin kendileri sisteme hakim konumda oldukları için, sistemlerine açıktan tavır almadıkları sürece Müslümanlara lütfen katlanmalarına (!), Allah Teâlâ’ın dinine asla katlanamadıkları halde, kendilerinin inkarcı hayatlarına hoşgörü (!) ile yaklaşan müslümanlara hoşgörü lütfedip bağışlamalarına, asla hoşgörü ile yaklaşılamaz.
İzzet diye bir şey vardır ve de çok önemlidir. Onun için hiç kimseden ne sevgi, ne hoşgörü, hiç bir şey dilenmiyoruz. Erdemli ve onurlu insanlar, dilenmeyenlere bile iyilik etseler, asla hissettirerek incitmezler.
Kendi inancından ve ilkelerinden vazgeçerek düşmanlarına teslim olanlara, köleliği kabul edenlere karşı sığıntı muamelesi yaparcasına ihsan edilen hoşgörüyü kabullenmek mümkün değildir. İzzetli insanlar ellerinin tersiyle iterler böyle bir minneti. Taraflar masaya adam gibi oturmalı ve evrensel hukuk çerçevesinde dosdoğru konuşmalılar. Karşıda tebessüm eden değil resmen sırıtan, ama arkasını dönünce alay eden ve aşağılayan insanlara karşı sevgi ve hoşgörü edebiyatı, olsa olsa alçakça yapılan bir nifaktır.
Müslümanlar barışı tercih eder, gerekmedikçe savaşı istemezler. Ama savaş isteyenler de şu gerçeği unutmamalıdırlar; ahirete inanmayanlar, inananlardan daha fazla severler dünyayı hayatını.
Bize kalsa hep şöyle deriz: “Barış istiyorlarsa, gerçekten istesinler, varız. Savaş istiyorlarsa, pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.”