2Doğu 2Batı ve çocuk affı
Geçtiğimiz C.ertesi gecesi TV5’de Yavuz Selim Kurt kardeşimizin uzun zamandan beri devam eden 2Doğu-2Batı adlı programının konuğu değerli gazeteci yazar kardeşim Mehmed Koçak Beyefendi idi. Konu da umûmiyetle Balkanlar dolaysıyla ülkenin dış siyasetine bir atfu nâzardı. Sevgili Yavuz Selim akşam üstü cebimden aradı ve programa dâvet etti. Bendeniz de, bir gün evvel ayağımdan bir cerrahi müdahale geçirdiğimi, doktorların sekiz gün yere basmama talimatlarına uygun hareket etmem gerektiğini ifadeyle i’tizar beyan eğledim. Zârif ve pratik yönü çok yüklü bir insan olan Yavuz Selim Kurt, ‘Ağabey dedi o hâlde telefonla katılsanız’ demek suretiyle peki cevabını almayı bildi.
Böylece ben de programın tamamını seyretmeye karar verdim. Çünkü; Mehmed Koçak çok ciddi dönemlerde gazeteciliğin birçok evsafını taşıyan ustalardan biri olduğunu göstermiştir. Balkanların; kan gölüne döndürüldüğü dönemlerde hiçbir riske aldırmadan ispatı vücud etmeyi gerçekleştirmiş bir zattır. Uzun yıllar bu mesleğin getirdiği olgunluk ‘Real Politik’e hakimiyeti, onun asla vatanperver düşüncelerden uzaklaştırmaya sebep olmamıştır. Nitekim; gerek sorular gerekse anlatım esnasında ortaya koyduğu izahlardan haylice müstefit olduğumu beyandan kendimi alamıyorum. Yavuz’u da, Koçak’ı da programdaki performanslarından dolayı tebrike şâyan bulduğumu da ifadeden bahtiyarım.
Saat 24’e az kala Yavuz Selim telefonumuzu çaldırdı. Vaktin geç olmasına bundan dolayı da geçtiğimiz günlerde Kıbrıs’a Eskad’ın dâvetlisi olarak gittinizdi. Seçim neticelerini nasıl yorumluyorsunuz? Demek suretiyle konuşmanın hududunu çizdi. İki arkadaşımın sohbetinde Sevgili Koçak’ın anlatımı olmuş olanlardı. Bâzı olmuş olanları da belki bahse değer bulmuyor veyahut yardım yapanın ülke medyasında olsun hâttâ bu yardıma büyük gayret sarf etmiş bulunan Milli Görüş câmiasına temas etmemişti. Buna binaen son derece nezakete dikkat ederek ,hatırlatma yaptığım zaman da, Koçak Beyefendi, şahsıma hak etmediğim güzel ifadelerle senâ da bulundular. Akabinde fakir, ülkeler dünya siyasasında iki tarz siyaseti tâkip ederler. Bunun biri uydu ülke siyasetidir. Diğeri ise lider ülke siyasetidir. Biz Müslüman Türk milleti, İslâmın bin yıldır kılıç ve kalkanıyız. Âlem-i islâmın lideriyiz. Bizim tercihimiz her zaman diliminde lider devlet siyasetini gerektirir. 1950 yılına kadar Türkiye’yi yönetenler kendi halleriyle kavrulmuş, ele güne boyun eğmemiştir. Paktlar gereği, yardımlar gereği onurunu asla çiğnetmemiştir.
1950 sonrası Türkiye’sinde İnönü-Bayar arasındaki C.başkanlığını devr-i teslimde, Bayar’ın: ‘Paşam! Niçin NATO’ya girmediniz?’ Sorusuna İnönü’nün cevabı: ‘İlâhi Celal Bey, onlar aldı da biz mi ret ettik’ olmuştur. Buradan anlaşılan şudur ki; 1938’e kadar olan dönem de, Türkiye’nin tesise çalıştığı paktlar olsun, birliktelikler olsun ülkemizin liderliğinde vücud bulmuştur. 1938’den sonraki dönemde ve de bilhassa emperyalizm, ülkemiz idarecilerini borç alan buyruk alıra dönüştürmüştür. Ülkemiz 1969 seçimleri akabinde TBMM’ne Milli Görüşün Necmeddin Erbakan Hocamızın girmesiyle birlikte her siyasi partide az da olsa var olan zevat kulaklarını Konya’mızın gönderdiği üç milletvekillik oy alarak gelen Muhterem Erbakan’ın seslenmelerine açmışlardır. Dedik.
Kıbrıs seçimleriyle ilgili ifadatımızı, Anadolu’dan harekât sonrasında Kıbrıs’da yerleşen muhterem kardeşlerimizin vatanperver hislerle meluf olanların büyük bir sayı teşkil ettiği, 1878’den 1974’e kadar ifsat edici ingiliz siyasetinin 96 sene süren asimilasyon belki tanassura taşıyamadı ama İslâm ahlâk ve anlayışından çok uzağa düşürdüğünden Kıbrıs’da mutlak surette “Hudut bekleyen gözler cehennem ateşi görmeyecektir” şeklindeki Peygamber ifadesinin ruh ve düşüncelerine hâkim olmasını temin şarttır. Hemen ifade edeyim ki, Nureddin Ersin Paşa’nın yaptırdığı câmiin mükemmeliğini buradan haber vermek istiyorum.
Haftaya devam edeceğiz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.