Muhsin Meriç

Muhsin Meriç

Terörün uluslararası yüzü

Terörün uluslararası yüzü

İki kutuplu yapının çöküşünden sonra güç merkezlerinde oluşan vakumlar üstü örtülen yerel, etnik, milli ve toplumsal sorunları, sınır problemlerini, iki kutupluluğun gizlediği çok etnik yapılı ülkelerin tutunum psikolojilerindeki zaafları gün yüzüne çıkardı. Uluslararası sistemin statik yapısı içerisinde kuruluş anlaşmalarına göre belirlenen görev alanları içerisinde hareket eden uluslararası örgütler ise yeni dönemde gelişen dinamik yapıya uyum sağlamakta problemler yaşadılar.
Bunlara ilave olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) hegemonik bir tavır geliştirerek uluslararası sistemi kontrol etme isteğini planlı bir eyleme dönüştürme iradesi bölgesinde etkinlik alanı kazanmak isteyen uluslararası yerel aktörleri aktif hale getirdi. Sonuçta dünya yeni bir sorunla karşılaştı veya yeni bir sorun üretti: Uluslararası terörizm.
Devletler veya devlet dışı aktörlerce masum insanların kasıtlı olarak hedef alınması anlamına da gelen “terörizm”in sınırları ve genel geçer bir tanımı yoktur. Uluslararası sistemde güç mücadelesinin bir aracı olarak kullanılan terörizm, 11 Eylül’le birlikte, Amerikan hegemonyasının askeri kanadı Pentagon ve ticari hegemonyasının sembolü ikiz kulelerin vurulmasıyla yeni bir anlam daha kazanarak hiç saldırıya uğramayan ABD’nin “güvenlik” odaklı politikalar üretmesini ve hegemonik gücünü artırmak için sebep gibi kullanılmasını netice vermiştir. 9 Eylül’de bir suikast sonucu öldürülen Afganistan Kuzey İttifakı lideri Ahmet Şah Mesut’un ülkesi, 11 Eylül günü 3000 kişinin ölümüyle sonuçlanan uluslararası terörizmin bir numaralı zanlısı ilan edilmiş ve ABD Afganistan’ı işgal etmiştir. Bunu yaparken de uluslararası terörü destekleyenler ve karşısında olanlar diye dünya ülkelerini iki sınıfa ayırmıştır.
11 Eylül’le birlikte İslâm dünyasını da yakından ilgilendiren terör yaklaşımları uluslararası ilişkilere ve basın-yayın dünyasına hâkim olmuş ve “İslâmî terör”, “dinci terör” veya “İslâmî köktendincilik” türü tanımlamalarla uluslararası kamuoyundaki terör algısı değiştirilmiş ve bu algı daha sonra gerçekleşen Londra, Madrid, İstanbul ve en son Mumbai saldırılarıyla pekiştirilmiştir.
Oysa söz konusu saldırılarda ölen insanların yüzlerce kat fazlası Irak ve Afganistan’da öldürülmüş, binlerce insan sorgulanmış, işkenceye maruz kalmış, milyonlarca insan evsiz kalmış, Batı ülkelerinde yaşayan binlerce insan terör suçlamasıyla karşı karşıya kalmıştır.
Bu durum karşısında uluslararası aktörler ve uluslararası örgütlerin çaresiz kalması, yeni dengelere göre kendilerine yeni görev tanımları yapmak istemeleri, uluslararası hukuk kurallarının uluslararası aktörlerce manüple edilmesi akıllara şu soruları getirmektedir: 1. Devlet içi etnik temelli çatışmalarda uluslararası örgütler nasıl görevler üstlenebilirler? 2. “İslâmî terör” türü önyargıların önüne nasıl geçilebilir. 3. Zayıf devletler ve küçük devletler etnik azınlıkların taleplerini karşılayamazlarsa ayrışma isteklerini nasıl engelleyebilirler? 4. Uluslararası sistemde “güvenlik” sorunu “özgürlük” duvarını yükseltmeden nasıl temin edilebilir? 5. Terör ve meşru müdafaa veya terör ve direniş yahut terör ve bağımsızlık mücadelesi tanımlarının sınırları nelerdir? 6. Yeni dönemde, anlaşmazlık/çatışma öncesi barış inşası, çatışma sonrası barış inşası veya barışa zorlama mekanizmaları hangi sıralamayla hangi aktörlerce yürütülebilir? 7. Bu sorulara cevap aranırken ulaşılması muhtemel neticeler ise şöyle sıralanabilir: 1. Karşılıklı bağımlılığın arttığı ve uluslararası ilişkilerin hem kuvvetli hem de kırılganlaştığı günümüzde devletlerin güvenlik sorunlarını aşmaları kendi içlerinde güven bunalımlarından kurtulmalarına ve sosyoekonomik ve siyasi istikrarı sağlamalarını mutlaka gerekli kılmaktadır. 2. Kültürel homojanizasyon çalışmalarında neticeye gitmek artık geçmişe göre hem imkânsız hem daha tehlikelidir. Bu tür bir yaklaşım azınlıkların taleplerinden vazgeçmelerini temin etmediği gibi azınlık kimliğinin daha da kuvvet kazanmasına sebep olmakta ve etnik çatışmaları körüklemektedir. 3. Çok kültürlülük anlayışı, barış içinde bir arada yaşamanın öncelikli kuralı haline gelmiştir. 4. Uluslararası örgütlerin çatışma öncesi veya çatışma sonrası bölgelere müdahalesi problemi artırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. 5. Uluslararası sistem demografik ve siyasi temsil adalet prensibiyle yeniden yapılandırılmalıdır. 6. “Barışa zorlama” yaklaşımıyla gerçekleştirilen operasyonlar sonrasında sivil yaklaşımlar gecikmeden organize edilmeli, çatışmaların ve ayrışmaların derinleşmesinin önünde geçilmelidir. 7. Terörü besleyen yaygın taarruzlar, çifte standartlı yaklaşımlar, etnik alanları yok sayma, kimlikleri dikkate almama, adaletsiz azınlık politikalarıdır. 8. Çeşitliliği ve çok yapılı sistemleri yönetmek için sosyolojik çalışmalar yapılmalı ve devletler bu tür sistemleri hayata geçirmeye teşvik edilmelidir. 9. Siyasetin bölgeselleştirilmemesi çatışmaları önlemek için çok önem kazanmıştır.
Haftaya somut örneklerle konuya devam edeceğiz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Muhsin Meriç Arşivi