Dedeleriniz, hakkınızda ne düşünüyor?..
Günlerdir Şanlıurfa’dayım…
Peki; “Nedir maksadım?..”
Nihayetinde “yetkisini kullanarak” bir kapatma davası açmış bulunan bir Başsavcımızla niçin böylesine ilgilenmekteyim?.. Bazı dostlarımın tabiriyle meseleyi niçin bu kadar “kişiselleştirdim?!..”
•
Hatırlarsınız; aynı fiilin sahibi Vural Savaş’ı nasıl da araştırmıştım. Yine, 28 Şubat diktatörleri ile taşeronlarının gelmişlerini, geçmişlerini elimden geldiğince gözler önüne sermiştim.
Sormam gerekir; o zamanlarda da kişiselleştirmiş miydim?.. Hayır!..
Ben; Anadolu’nun bağrından çıkıp da Ankara’ya gelenlerin, zaman içinde “nasıl öğütüldüklerini”, “yabancılaştırıldıklarını” ortaya koymaya çalışıyorum…
“Allah gökyüzüyle ilgilensin, yeryüzünü biz ayarlarız” tavrının terminolojik karşılığı olan “Laikçiliğin” bizi… Evet, bizi ne hallere düşürdüğünü misalleriyle gözler önüne sermek için elimden geleni yapıyorum… Bunların ne denli isabetli çalışmalar olduğunu zaman gösteriyor bana.
Bir başsavcı, emekli olduktan sonra geliyor odama… Ve ağlıyor… Evet, resmen ağlıyor…
-Eski- karısı bütün parasını kumarda batırmış!..
Sosyeteymiş, kuaförden çıkmazmış…
Kendisini onunla bununla kıyaslarmış!..
Aynen bunları söylüyor… Ha bir de; erkek evlâdı ona, “üç kere Cuma’ya gitmeyen dinden çıkarmış, sen de çıktın mı baba?” demiş!..
Geliyor bana; ve bunları anlatıyor…
Sitemi var; “Senin yüzünden adımız çıktı” filan diyor ama… Uzun uzun konuştuğunuzda bazı itiraflarda bulunuyor…
Mesela; Ankara’nın kendisini nasıl tükettiğini anlatıyor… Camiadaki “sahte arkadaşlıklardan” dert yanıyor!.. Kendisini gaza getirenlerin, güç dengeleri değiştiğinde, “yetki AK Parti’nin eline geçtiğinde nasıl da sattıklarını” anlatıyor…
•
Hiç merak etmeyin; araştırıp bulduklarımız ve yazdıklarımız, derin vicdanlarda yankılanıyor…
Akşamları neler oluyor dersiniz?..
Tahmin etmek güç değil: Başlar yastıkta; gözler tavanda, olan biten değerlendiriliyor. Ve her kul; bir şekilde “vicdan muhasebesi” yapıyor!..
Bizimkisi, bu muhasebeyi daha etkin kılma çabası; “Katalizör” işlevi!..
E bu arada; biz de, dönüp kendimize bakacağız elbette… Kendimizden başlayarak, sorumlu arayacağız!..
Nasıl oluyor bunlar?..
Başsavcımız Abdurrahman Yalçınkaya mesela; nasıl oluyor da hemşehrilerinin, köylülerinin hassasiyetlerini fevkalade rencide eden ifadeleri iddianamesine yerleştirebiliyor?..
Nasıl oluyor da; kendisi gibi, “toprak kokan” vatan evlâtlarını, “adamdan bile saymayan” kartel medyasındaki millet düşmanlarının (çoğu tekzip edilmiş) asparagaslarına, hukuki delillermiş gibi iddianamesinde yer veriyor?.. Olur mu bu?..
Şanlıurfa’daki…
Şuruç’taki…
Kara Köyü’ndeki Abdurrahman Yalçınkaya ile…
Ankara’daki Abdurrahman Yalçınkaya arasında çok büyük farklar var.
Ben, Şanlıurfa’dan miras manevi değerleri muhafaza ederek, ileriye, muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkan Abdurrahman Yalçınkaya’yı arıyorum…
Onu burada ANKARA’da bulamayınca da…
Ne yapayım, memleketine koşuyorum!..
Ve… Bir sosyolojik gerçekliğin peşindeyim; olanı biteni yorumlamaya çalışıyorum…
Acaba ne oldu, neler oldu?..
Bütün köylüleri, onun kanserin pençesindeki öz ağabeyini ziyaret etmeyecek, cenazesine bile gelmeyecek, hayattaki tek erkek kardeş olarak mutlaka yerine getirmesi gereken taziye vazifesini bile ihmal edecek kadar kendilerinden, daha doğrusu “kendisinden” uzaklaştığını söylüyorlar…
Hemen bir faks mesajı geçiyoruz, başsavcılığa…“Bütün bunlar doğru mu?” diye soruyoruz özetle…
Cevap gelmiyor… “İkrardan” mı bu sessizlik, ne?..
Ben, Ankara’ya gidip de belli bir mevkie ulaştığında ailesini, köyünü unutan, baba evinin ortadan kalkmasına aldırmayan, üç beş kuruş verip kutu gibi bir ev olsun yaptırıp da tarihini yaşatmayı düşünmeyen bir bürokratı değil…
Bizi bu hale getiren ANKARA’yı sorguluyorum!..
Bakın; güncel olduğu için Sayın Başsavcı’dan bahse devam edeyim…
Bir silsile var elimde,
Sayın Başsavcı’nın dedeleri:
Molla Muhammed Efendi: Müderris, mürşit, Urfa yöresinin manevi dinamiklerinden,
Hac Ali Efendi: Haydariye Medresesi Müderrisi-Hızanoğlu Camii İmamı, Nakşibendî tarikatının önde gelenlerinden,
Molla Abdurrahman Efendi: Müderris İmam.
Evet…
Sayın Başsavcı’nın dedesinin dedesi.
Dedesinin babası…
Ve dedesi.
Molla Abdurrahman Efendi…
Sayın Başsavcımızın ismi, işte bu “Şeriat Aşığı”ndan geldi…
Şimdi… “Bir parti hakkında, başörtüsünü -sadece üniversitelerde- serbest bırakmaya çalıştığı için kapatma davası açıldı” ya… Molla ABDURRAHMAN Efendi’nin ruhu rahat mıdır, acaba?.. Mutlu mudur?..
Ben; Sayın Başsavcı’nın yüreğindeki Anadolu’yu hissediyorum…
Bakışları anlatıyor bana: “Rahat değilim” diyor… “Böyle olmasını istemezdim” diyor…
Bilemiyorum; belki de, mübarek dedeleri giriyordur rüyalarına...
Nasıl girmez; yüzlerce yıllık bir manevi arka plândan, bir hamurdan bahsediyorum…
Hayır, hayır; “Kişiselleştirmiyorum…” Ve… Şunu da belirteyim; AK Parti’yle, onun tüzel kişiliğiyle zerre ilgilenmiyorum…
Birileri, mesela bir savcı; bazı AK Parti’liler akçeli işlerde nasıl… Esas onu araştırsın!..
Araştırsın; zerre itirazım olmaz!..
Vakıflar Kanunu’yla neyin hedeflendiği üzerine çalışsın, destek olurum!..
Ancak; bu “başörtüsü meselesi” fevkalade hassas!..
Başörtüsü, sayın Başsavcı da çok iyi biliyor ki; “ülkemin bağımsızlık simgesi!..”
Ben; bağımsızlık simgemizin müdafaası için seve seve can veren “DEDE”lerle,
o simgenin eğitim hayatından dahi dışlanması için elinden geleni yapan “TORUN”ların çelişkisini sergiliyorum!..
Ve o torunların, “dede kemiği sızlatmaktan” bir an evvel vazgeçmeleri için… Dua ediyorum!..