Korku ve insan..
By-pass olacağım ya, dostlarımdan biri korkup korkmadığımı sordu…
Korktuğumu söyledim…
Biraz şaşırdı…
Sanırım korkuyu bana yakıştıramamıştı…
Eminim, Osmanlı insanını kitaplaştıran bir yazarın “akıncı ruhlu” olması gerektiğini düşünüyordu.
Halbuki insan korkuları olan bir varlıktır…
Korkmayan insan değil, korkularına teslim olmayan insan “gerçek insan”dır!
Korkarız, ama gene de yaparız; yaşarız!..
Hayat felsefem bazen korkarak da olsa, yapmam gerekeni yapmaktır!
Yıllardan beri yazıyor, radyolarda, televizyonlarda ve konferanslarda konuşuyorum. Meramımı sükûnet içinde ifadeye özen gösterdiğimi, kışkırtmadan, abartmadan, gereksiz sertleşmelere ve sürtüşmelere sapmadan işimi yapmaya çalışıyorum.
Buna rağmen bazıları fevkalâde rahatsız oluyor. Telefona sarılıp, (ya da e-mail'le) ya küfrediyor, ya da açık-kapalı tehditler savuruyorlar.
Bir zamanlar beni tehdit etmeye abone olmuş bir genç vardı. “Kadrolu tehditçim” gözüyle bakardım. Hatırladıkça hâlâ gülerim. Meğer delikanlımız, güncel konuları dinî ve tarihî perspektiften yorumlayışıma “gıcık” (kendi ifadesi) olurmuş.
Beni radyodan dinlemeye başladığından beri kafasının karmakarışık olduğunu, “mutlak doğru” sandığı bazı bilgi ve düşünceleri hakkında tereddüte düştüğünü söyledi. Kaç kez beni dinlememeye karar vermiş, ama dayanamayarak yine dinlemiş. Dinledikçe de eski fikirlerinde aşınmalar oluşmuş.
Nihayet beni kendi içindeki değişimin sorumlusu ilân etmiş ve intikam almaya karar vermiş. çünkü bana benzemek istemiyormuş.
Benim gibi olmak zaten iş değil. Gençler bizim kuşaktan çok daha iyi olmaya bakmalıdırlar. Türkiye'nin geleceğini kurmak, Türkiye'nin geleceğinde rol almak istiyorlarsa, bizden iyi olmak zorundadırlar…
Daha iyi olmak için de, değişik fikirleri, düşünceleri, görüş açılarını özümsemek durumundadırlar.
•
Yaklaşık 35 yıldan beri basın hayatındayım. Aralıksız yirmi sene, her gün köşe yazısı yazdım. Tehdit ve küfürlere hâlâ alışabilmiş değilim…
Her gün düşüncelerini radyodan, gazeteden, televizyondan açıklamak gibi medeni bir cesaret gösteren kişiye, isimsiz, adressiz tehditler savurmak ve sövüp-saymak bana her zaman garip gelmiştir.
Biz meçhul insanlar değiliz. Yerimiz belli, yurdumuz belli. Konuşmak isteyen herkesle konuşan, tartışmak isteyenlerle de tartışan bir yapımız var. Tek şart, tartışmaların medeni, mantıkî ve ilmî seviyede olması…
Başka türlüsü zaten gevezelik olur ki; vakit kaybı dışında işe yaramaz.
Tartışmak yerine, neden tehdit etmeyi seçtiklerini anlayamıyorum. Bu aczi kafama sığdıramıyorum.
Anlaşılan tartışmaktan korkuyorlar. çünkü tartışmak için bilmek lazım. Bilmek için öğrenmek. öğrenmek de çalışmayı gerektiriyor. Oysa tehdit etmek hepsinden kolay. Açarsın telefonu, basarsın tehdidi: “Koca yobaz, seni yok edeceğim!”
Böyle diyen birine aynen şu karşılığı vermiştim: “ömrüm bitince ben zaten öleceğim.. Sen, benden önce saplantılarını öldürmeye bak!”
•
Gençlerimizin peşin hükümcü, tahakkümcü ve tahammülsüz yetişmeleri insanı üzüyor…
Ama suçlu biziz!..
Farklı fikirlere, değişik düşüncelere saygı duymayı öğreteceğimize, tahammül etmeyi dahi öğretememişiz. Sadece slogan ezberletmişiz onlara…
Alternatif üretmeleri gerekirken alternatifsizliğe mahkûm etmişiz. Herbirinin “tek doğru”su var: Farklılıklara kapıları kapalı.
“Mutlak doğru” zannettikleri sloganlarının sorgulanmasına dayanamıyorlar. Aykırı fikirler duyunca, paniğe kapılıyorlar. çünkü fikir üretmeyi bilmiyorlar.
özel çabalarla kendilerini geliştirmeyen gençlerin çoğu bomboş. Bilgisiz, ilkesiz ve hedefsiz bir hayatın içine çekmişiz onları. Para dışında “değer” tanıtmamışız…
Formül şu: Başarı+para=Güç
Şefkatle (kalble) dengelenmemiş güç, çok çabuk vahşete dönüşür…
Bana yönelik gencecik tehditlerde bile, bu “vahşileşme temayülü”nü açık-seçik görebiliyorum.
Tuhaf olan; bazı yetişkinlerin, tehdit merakından vazgeçmemeleri!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.