Hisseli kıssalar

Hisseli kıssalar

Edebiyatçı Ruşen Eşref ünaydın, arkadaş meclislerinde kendi yazılarını okumayı pek severmiş.
Uzun yazılar dinleyenlerin içini baysa da, merhum pek aldırmazmış.
Bir ara Kars ve Batum’u ziyaret eden ünaydın, daha sonra da izlenimlerini Tasvir-i Efkar gazetesinde, 6-7 sütunluk uzun makaleler halinde yayınlamış.
Ancak bu bile kesmemiş ünaydın’ı.
Aynı makaleleri arkadaş meclislerinde okumayı da sürdürüyormuş.
Bir akşam, yine bir arkadaş grubuyla beraberken, ceketinin dış cebinden çıkardığı 2 adet uzun makaleyi okumaya başlamış.
Okuması tam bir saat sürmüş.
ünaydın, bitirdiği makaleleri tekrar cebine koyarken, orada bulunanlardan Fazıl Ahmet Aykaç, “çok şükür bitti, artık başka şeyler konuşabiliriz” diye düşünüyormuş.
Fakat o da ne?
Ruşen Eşref, bu sefer de ceketinin iç ceplerini araştırdıktan sonra bir makale daha çıkarmaz mı!
Fazıl Ahmet, sıkıntıdan yüzü bir süre renkten renge girdikten sonra pat diye koltuğundan yere düşüp bayılmış.
Odadakiler bir anda panik içinde soğuk su ve kolonya getirmişler.
Yüzünü gözünü ovup kolonya koklatmışlar.
Yavaş yavaş gözlerini açıp kendine gelen Fazıl Ahmet’i koltuğuna tekrar oturttuktan sonra sormuşlar:
-Ne oldu sana birden? Bayıldın mı?
“Yok” demiş Aykaç, “Bayılmadım ama bayılacak gibi oldum!”
Geçenlerde bazı dostlar, “Gazetecisin, Başsavcımızın AK Parti için kapatma iddianamesini okumalısın” dediler.
Biz de gaza gelip okumaya başladık.
Oku oku bitmeyen bir iddianame.
İçinde Mehmet Akif’in Safahat’ından bir kamu görevlisinin “hamdolsun” demesine, Başbakanın 3 çocuk yapın tavsiyesinden ABD’nin ülkemizde ılımlı İslâm oluşturmaya çalıştığına kadar neler yok ki!
Türkiye’nin siyasal demokrasi kulvarında katettiği mesafeyi göstermesi açısından gerçekten tarihe geçecek ilginçlikte bir metin.
Bir ara rengim falan kaçmış.
Ben okumayı bitirdiğimde depremden çıkmış bina gibiydim.
Kendimi dışarı zor attım.
Bir arkadaş sordu:
-Ne oldu sana böyle?
“Hiç” dedim, “İddianame okudum!”
-öyle mi? Sanki bayılmış gibi bir halin var da.
-Bayılmadım ama bayılacak gibi oldum!

Huysuz ve çirkince bir adamın, son derece güzel ve uyumlu bir karısı varmış.
Bir akşam adam eve gelir gelmez, “yemek niye hâlâ hazır değil” diye, yine mutat olduğu üzere bir ton kaba laf söyledikten sonra televizyonu açıp seyretmeye başlamış.
Kadın bir süre kocasının patlıcan burnunu, biçimsiz suratını izleyip her türlü incelik ve şefkatten yoksun maço karakterini düşündükten sonra içini çekmiş ve “Kocacığım” demiş, “Bana öyle geliyor ki, galiba ikimiz de cennetliğiz.”
Adam başını televizyondan çevirmeden sormuş:
-Böyle bir kanıya nereden vardın?
Kadın soruya soruyla karşılık vermiş:
-Cenab-ı Allah sabredenlerle şükredenlere cenneti vaat etmiyor mu?
-Evet ama ne alaka şimdi?
Kadın gözlerini yumup bir süre öyle kaldıktan sonra taşı gediğine koymuş:
-Ben senin gibi bir kocam olduğu için sabrediyorum, sen de benim gibi bir karın olduğu için şükrediyorsundur herhalde!.
Ee dostlar, hayatta sabır da lazım şükür de.
Aslında en iyi şükrü, en çok sabırlı olanlar gösteriyordur galiba.
Mesela bence öykümüzdeki adam, şükür de etmiyordur.
Hatta, kendisinin farkında olmadığı için, kadına şöyle demiş de olabilir:
Niye sen sabırdan ben şükürden gidiyormuşum ki cennete? Bence tam tersi!!!

Fadime, Temel’in bir haltlar karıştırıp kendisini aldattığından kuşkulanıyormuş.
Etraftakiler sık sık “Sen de iyice paranoyak oldun Fadime. Temel yapmaz öyle şeyler” deseler de, bir işe yaramıyormuş.
Her sabah, babadan kalma silahı çantasına koyan Fadime, gizliden gizliye Temel’i izlemeye çıkıyor, akşamları ise kocasının ceplerinde mektup, elbiselerinde kadın saçı, cep telefonunda mesajlar vs arıyormuş.
Nihayet aylar sonra evlerinden bir patlama sesi duyulmuş.
Komşular telaş içinde eve koşmuş bakmışlar ki, ne görsünler;
Fadime, Temel’i tek kurşunla vurup sermemiş mi yere.
“Ne oldu Fadime” demiş birisi, “Nihayet seni aldattığına dair bir kanıt buldun galiba.”
“Yoo” demiş Fadime, “Aslında hiçbir kanıt bulamadım.”
Şaşkınlıkla sormuşlar:
-Niye vurdun o zaman?
Fadime boynunu bükmüş:
-Napiim. Bir ömür boyu stres içinde kanıt bekleyerek yaşayamazdım ki!
Aslında siyasi partiler de bir nevi benzer kaderi yaşarlar.
Bazı çevreler, rejimi aldattığını iddia ettiği partilerin bir punduna getirip kapatılmasını bekler.
Halkın büyük teveccüh gösterdiği bu tür partilerin demokratik yolla alaşağı edilmeleri pek mümkün görünmemektedir çünkü.
Sonuçta davalar açılır.
Gerçi ortada öyle sadra şifa olacak delil melil yoktur ama olsun.
Güzel rejimimiz bir ömür boyu kanıt bekleyecek değildir ya!..

Duruşmada hakim banka soymaktan sanık adama sorar:
-Bankaya girip silah zoruyla paraları almaya utanmadın mı?
Adam boynunu büker:
-Sanki gönül rızasıyla istesem verecekler miydi hakim bey?
Bazı yorumcular, ülkenin bu krizli ortama gelmesini CHP’nin gerilim politikalarıyla ilişkilendirip, “Baykal bu yollarla iktidara gelmeyi umuyor” diyorlar.
İyi de, CHP ne yapsın;
Sanki bu halk gönül rızasıyla CHP’yi iktidara getiriyor mu?
Hayırlı hafta sonları efendim.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi