Yandaşlık raconunu on paralık ettiniz yahu!

Yandaşlık raconunu on paralık ettiniz yahu!

"Yandaş medya kavramından memnun musunuz? CHP iktidarında gerçek medya olacak. Besleme medya bitecek artık. Yandaş medya halkın sesi gözü, kulağı değil, Sevgili Recep'in gözü, kulağı ve sesi. TRT'yi izliyor musunuz? Sizin her yaktığınız elektrikten TRT'ye pay gider. TRT'nin yeni adı Tayyip Radyo Televizyonu. Benim vergimle oturuyorsun, haber vermiyorsun. Bunları yeniden kurmak bize nasip olacak."

İnanılmaz ama gerçek! Bu sözleri CHP'nin çiçeği burnunda genel başkanı Kılıçdaroğlu kurultay konuşmasında sarf etti.

Kılıçdaroğlu'nun varsayımına göre "yandaş, besleme" olmayan medyanın, Kılıçdaroğlu gibi "temiz, dürüst, tarafsız ve saf" kalem ve spikerleri buna karşılık cumartesi günü sabahın 9'undan itibaren akşama kadar Kılıçdaroğlu'nu endâzesinden sıyrılmış, ölçüsü tutturulamamış övgülü sözlerle yüceltme yarışında "yılın yağdanlığı" müsabakasında derece almak için sıraya girdiler; bir an kol kola girip sevinçten halay çekeceklerini, kolbastı oynayacaklarını bile zannettik.

Hayır, habercilik yapmıyorlardı, yaptıkları habercilikten, gazetecilikten başka bir şeydi; Meta-gazetecilikti, gazetecilik üstüydü. Yandaşlığın dikâlâsıydı; tarafgirliğin ucuna bülbül kondurulmuş bir türüydü ve o bülbül ne kadar da zevkten sermest, coşkulu ve kendinden geçercesine ötüp durmaktaydı.

Televizyon ekranlarında kendinden geçercesine şakımalarını seyrederken Oscar Wilde'in "The Nightingale and the Rose" (Gül ve Bülbül) adlı meşhur hikâyesini hatırladım. Hikâyenin en dramatik yeri, kendisinden ille de kırmızı bir gül isteyen sevgilisine götürmek için kırmızı bir gül bulamayan genç âşığın durumuna üzülen bülbülün fedakârlığıdır: Bülbül, beyaz bir gül fidanına gidip göğsünü dikene dayar. Bütün gece göğsü dikene yaslanmış halde öterken kanı da gülü kızıla boyar; "Buz gibi billur ay da sarkıp onu dinledi. Bütün gece öttü, diken göğsünden içeri girdi ve can kanı vücudundan çekildi."

Hikâyenin sonu daha acıklı: Bülbül ölür, genç âşık kızıl gülü sevinçle dalından kopararak sevgilisine götürür ama kız beğenmez, "Galiba elbiseme yakışmayacak; Saray kâtibinin yeğeninin gönderdiği mücevher daha iyi, üstelik herkes bilir ki mücevher gülden daha pahalıdır" diyerek gülü sokağa atar; gülün üstünden bir arabanın tekerleği geçer. Genç âşık ise, "Aşk ne saçma şeymiş; hiçbir pratik faydası yok" düşüncesiyle yeniden metafiziğe ve felsefe kitaplarına döner.

Şâhâne bir hikâyedir; Kılıçdaroğlu'nun kara kasketine, kravatsız çizgili gömleğine baktıkça cûş u hurûşa gelip bir ağlamadığı kalan erbâb-ı kalem okusun; Kılıçdaroğlu'nu görünce, "işte tahta kaşıkla fukara sofrasına bağdaş kurup oturacak halk adamı" mânâsı çıkaran tarafsız gözlemciler de ibret alsın ve anlasınlar ki, gazetecilik duruşunu yerlere sermek pahasına en nadide boyalar ve verniklerle parlatmaya çalıştıkları imaj, neticede basın hakkındaki bütün vizyonu ve fikri, "CHP iktidarında gerçek basın olacak; besleme medya bitecek" cümlelerinden ibaret bir adamdır.

Dün itibariyle bu arkadaşlarımızdan bazısı, Kemal Kılıçdaroğlu'nun Nasreddin Hoca'yla akrabalığı üzerine "araştırılası" bilimsel tezler geliştirip, "Seyyid"liği üzerine ciddi spekülasyonlar ortaya atmakla meşguldüler; ben şahsen çok heyecanlandım, kendimden geçtim. Doğrudur, Şeyh Sâdi de öyle diyor zaten: "Benî Adem, âzâ-yı ye-digerend!"; Ademoğulları birbirlerinin uzvu gibidirler ve geriye doğru gidildikte herkes bir yerde birbirine akrabâ çıkar!

Onlar medya, biz yandaş!

Böyle olmuyor arkadaşlar; gelin yandaşlıkta size biraz "usturupluluk" dersi verelim; boş havuza atlamadan önce alınması gereken tedbirler hakkında tecrübemizi paylaşalım.

Bu pilav, daha çok su kaldırır; sevinin ama "sevindirik" olmayın; yandaşlık raconunu da on paralık ettiniz iki günde yahu!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi