Davaya Doyduk mu? I
Hani bir atasözümüz vardır: “Acıkan doymam, doyan acıkmam sanırmış.” İşte son zamanlardaki halimizi buna benzetiyorum ben.
Bir zamanlar yokluk devri vardı. Din ilimleri yasaklanmıştı. Böyle giderse din elden gidecekti. Osmanlıdan intikal eden hocaların çoğu bunu kabullenemediler. Yasak olmasına rağmen gizli gizli çocuk okuttular. Bu iş için mesleklerini, kişisel itibarlarını, hak ve hürriyetlerini, hatta yeri geldiğinde hayatlarını tehlikeye attılar.
Karakollarda işkence gördüler. İşlerinden atıldılar. Hapse tıkıldılar. Sakalları kesildi. İnsanlardan tecrit edildi. Kimisi idam edildi, kimisi de faili meçhul cinayetlere kurban gitti. Halk onlar için “gitti ve geri gelmedi” diyordu. Hadi onu da diyelim, başta CHP vardı ve ülkeyi tek parti olarak istedikleri gibi yönetiyorlardı.
Sonra İmam Hatip okulları açıldı. Hocalar ve millet ağlayarak ona hizmete koştular. Bir gül yetişsin diye bir sürü dikene katlanarak beslediler, bir alim çıksın diye nice münafıklara “eyvallah” dediler ve eziyetlerine katlandılar. Şikayet etmediler. Binalarını yaparken de, öğrencilerini okuturken de heyecan içindeydiler, zevkten bayılıyorlardı. Hiç “doymam” diyerek sarılıyorlardı işlerine.
Ne kadar arzu, tavsiye ve teşvik ederim, onlar her bir ilde kitaba geçmeli, hayatları yazılmalı ve tarihe dersler ve ibretler olarak teslim edilmeli. İmam Hatipliler bir vefa borcu olarak yapmalıdırlar bunu.
Sonra bir nesil geldi. Bu okulları hazır buldu. Dert çekmemişti. Çile nedir bilmiyordu. Fedakarlığı angarya saymaya başladı. Okulda rutin işleri yapıyor ve arkasına bakmadan evine veya keyfine gidiyordu. Bunlar davaya “doymuştu” galiba ve bir daha “acıkmam” zannediyordu.
28 Şubat yakalarından tuttu ve şöyle kuvvetli bir şekilde sarstı. Ders aldılar mı dersiniz?
Sanmıyorum. Eski okuluma bir emekli olarak gidiyorum bazen. İçim parçalanıyor. Geriye bakıyorum, bize bu mirası bırakanlara dua ediyorum. Maalesef miras malı hor kullanılıyor.
İşte size sadece bir Hoca’nın anlattıkları. Acaba bu zamanda böyle adamlar var mıdır?
Mehmet Solmaz anlatıyor: “Arapçamızı bir hayli ilerlettiğimiz zaman 1951 yılında Kayseri'ye TBMM Başkanvekili İbrahim Kirazoğlu'nun vasıtasıyla hükümete tesir ediliyor ve Kayseri'ye İmam Hatip Okulu'nun açılması kararı alınıyor"
O zamanki Kayseri Müftümüz Hasan Hüseyin Aksakal efendi hizmette ateş gibi olan bir insandır. Bizler için Valiye ve Milli Eğitim Müdürüne müracaat ediyor, İmam Hatib'e alınmam için. Çünkü daha önce bulduğumuz diploma işe yaramıyor. Müftü, Vali ve Milli Eğitim Müdürünü ikna ediyor. Bunun sonucu ben Cumhuriyet ilkokulunda dışardan imtihan vererek ilkokul diplomasi aldım Hafız olmuş ve Arapça okumuş olan 25 kişi o yıl İmam Hatibe Müftünün yardımıyla girdik.
Müftü son derece çalışkandı. Arapça okutmanın yasak olduğu dönemde o Arapçadan icazet verdi. Arapça dersini de şu şekilde veriyor. Müftü Efendi kürsüden halka vaaz ediyor. Talabeleri de Camii Kebir'in muhtelif kemerleri dibinde kitaplarını açmış beklerler. Hoca biraz cemaate vaaz eder, sora arada da talebelere gramer dersi anlatır, konuyu bitirince de "ehlinin malumu " der vaaza geçer" Talebelerini böyle böyle yetiştirirmiş. Hoca ile ilgili şöyle bir şey de anlatırlardı.”1
Evet, Arapça ders verişe bakınız siz. Cemaata vaaz verirken arada öğrencilere ders anlatıyor… Bu gün okullarda, derneklerde, vakıflarda lüks odalar var, koltuk dolu salonlar var. Ama ne okuyan öğrenci, ne de okutan hoca var…
Çünkü davaya doyduk galiba!
www.cemalnar.com
www.ilimistan.com