Bana kalırsa, şu anda general olanlar da Vakit’e tazminat davası a
Tarih 25 Ağustos 2003...
Vakit gazetesi birtakım densiz laflar eden iki general hakkında şu cümleyi kullanıyor: “Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke.”
Cümlenin içerisinde general kelimesi geçiyor ya, al sana “emir ve komuta zincirinde” 312 kişilik rütbeli bir dava.
Hem de miktarı yönünden görülmemiş bir dava.
Sayıya bakarsanız bal gibi Vakit gazetesi üzerinden zenginleşme davası.
Vatandaş açtığına göre dava davadır...
Beyefendilerin unvan olarak manevi şahsiyetleri hasar görmüş.
Dile kolay, 312 general.
Yazar bu generalleri ne görmüş, ne tanır, ne de isimlerini bilir...
“Generaller” de dememiş, “general” demiş...
Olsun, general dediniz ya, işte hepimiz “rap rap” halinde çıktık geldik.
Örneğin “Ey ruh” denseydi, Allah muhafaza tüm ruhlar çıkıp gelecek miydi?
İyi ki dememiş...
Hem üstelik bu 312 kişiden 45’i henüz generalliğe emekleme yaşında albay rütbesinde iken, onlar da şikayetnameye, ileride doğacak hakları namına dahil olmuşlar.
Ne hoş değil mi?
E şimdi ben de, 2003 tarihinden bu tarafa general olanların da Vakit gazetesine tazminat davası açmak hakları olduğunu neden söylemeyeyim.
Herhalde o günkü albaylar bugünlerde bir 312 daha olmuştur.
Boş durmayın, açın açın...
Kararın içeriğine pek fazla girmek niyetinde değilim, ama kararı bir bütün olarak eleştirmek eski bir hakim ve başsavcı olarak da benim hakkım.
Aslını ararsanız kendi kendime kızıyorum.
Mahkemesi kötü gidip de adliyenin kapısından çıkanların büyük bir ekseriyeti “öyle hakimin de savcının da...” diye başlamış ve bitirmiştir.
Hakimse ben de bir zamanlar hakimdim, savcı ise ben de bir zamanlar savcıydım.
E neden tazminat davası açıp da köşe olmadım, ona kızıyorum.
“Onbaşı bile olamayacakları hakim yaptıkları ülke” diyen olmamış mıdır?
Madem birimiz hepimiz felsefesi geçerli...
O zaman hani bizim paralar?
Geçmişte gördüğümüz bir dava, aynen 312 general davası benzeriydi. Adam 28 Şubat paşalarına ve hem de cumhurbaşkanına inceden hakaretimsi lafları giydirmiş.
“Ey 28 Şubat paşaları, deprem sizi yerin dibine indirdi.”
Cumhurbaşkanı Demirel’i kastederek “Ey Ebu Leheb, Kur’an’a uzanan ellerin kurusun.” Dava ordunun manevi şahsiyeti ile cumhurbaşkanına hakaretten açılmıştı.
Olayın faili savunmalarında orduya hakaret etmediğini, sözü 28 Şubat paşalarına söylediğini savunmuşsa da, mahkeme heyeti ille de ordunun manevi şahsiyetine hakaretten hüküm kurmak istediğinde ben o karara muhalif kalmıştım.
Dedim ki, bir paşa bir ordu demekse bir hakim de bir yargı demektir.
O zaman kim hakime söverse adliyenin manevi şahsiyetine hakaret etmiş olur.
Ve o karar orduya hakaretten gitti, onaylandı geldi.
Maalesef, uygulamalarda çokça gördük, işkence gören solcu militanlar ifadelerinde, karakollarda zalimce, merhametsizce işkence gördüklerini söyleyince “ordunun manevi şahsiyetine hakaretten” bu kimseler hakkında soruşturma evrakı düzenlenmiş ve de davalar açılmıştır. Ben o tip davalarda hep çekimser kalırdım veya savcılık yaparken de takipsizlik verirdim. 12 Eylül’ün solcu mağdurları beni çok iyi bilirler, haksızlık gördüğüm yerde sağcı-solcu demeden atılırdım... Bu yüzden, soruşturmalar da geçirdim.
Öyle zamanlar olmuştur ki bir başçavuş bir ordu demek oldu.
Ben bu 312 general olayında ordunun manevi şahsiyetine hakaretten de dava açılacağını bekliyordum, öyle ya 312 general olunca geriye ne kalıyor.
Zaten ordunun üst kademesi o kadar değil mi?
Yandaş yargı diye şikayet edenler, yeri göğü inletenler...
Acaba bu tip zorlama ile verilen hükümler yandaş yargı sınıfına dahil olmuyor mu?
“Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini” kabilinden bu tip haksızlıklara “ben varım” diyecek hakimlerimiz yok mu? Var, ben işte onlara sesleniyorum:
Kurtarın bu yargıyı sağın solun yandaş yargısı olmaktan...
Adalete sahip çıkın...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.