İstiklal Marşı'nı hatasız okuyanın alnını karışlamak!
Milli Takım'ın ABD'de Çek Cumhuriyeti ile oynadığı maçtan önce hepimizi şaşırtan, hatta yadırgatan bir "hâdise" vuku buldu.
Amerikalıların âdeti böyle, basketbol maçlarından önce büyük ihtimalle iyi müzik eğitimi almış bir solist, elini kalbine koyarak mikrofonla ABD milli marşını tek sesle okurken tribündeki kalabalık da ona eşlik ediyor. ABD Marşı'nı okuyan bayan solisti dinlerken, "Bakalım bizim marşa sıra gelince ne yapacağız; alışageldiğimiz üzere kasetten koronun okuduğu marşı mı dinleyeceğiz yoksa..." dememe kalmadı, bir genç kız İstiklal Marşımızı okumaya başladı.
Evet yadırgadık, çünkü marşımızın toplulukla böyle icra edildiğine dair daha önce bir örneğimiz yoktu; yadırgadık, çünkü genç kız (Ben başlarda Amerikalı sandım; sonradan bu hanımın Türkiye'yi Eurovizyon'da temsil eden Hadise hanım kızımız olduğunu öğrendim!) İstiklal Marşı'nı okurken kendine göre birtakım tasarruflarda bulunuyor, sahne tabiriyle eseri yorumluyordu.
Vakıa bazı yerlerde o seslere çıkamayacağını kestirince müzisyen tabiriyle "kafa sesi" dediğimiz tekniğe başvurarak açığını kapatmadı değil ama netice itibariyle İstiklal Marşı'mızdı işte. Stadyumdaki Türk seyirciler ise Hadise'nin falso bastığı seslere aldırmayıp bir güzel refakat ettiler marşa.
Fakat o da ne; ertesi gün necib medya mensuplarımız bu "hadise"yi dillerine dolayarak bundan bir haber çıkarmaya giriştiler. Gazetenin haberine göre Hadise'ye tepki yağmıştı, ünlü popçunun aleyhine yapılan yorumlar çığ gibi artıyordu vesaire vesaire.
Daha sonra müzik dünyasının ünlülerine uzatıldı mikrofon. Sezen Cumhur Önal abimiz, -ki hafif müzik dünyasının duayeni, pîri, üstadı sayılıyor- bir güzel verdi veriştirdi:
-Bunca yıllık müzik hayatımda böyle bir post-modern İstiklal Marşı dinlemedim. İstiklal Marşı'nı böyle söylemeye cesaret etmek bile bir insanın karakterini gösterir. İstiklal Marşı kendi ölçekleri ve melodi yapısı içinde söylenmesi gereken bir ulusal marştır. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir kepazelik olmaz! Garo Mafyan "Hadise'nin performansı karşısında yorumsuz kaldım." demekle yetindi; galiba, "Hayretten donakaldım, söyleyecek söz bulamadım"ın bir başka ifadesi oluyor bu cümleler.
Bitmedi, İzzet Öz abimiz ise, "Hadise marşı bozuk olarak yorumlamış. İlkokul çocukları da böyle söylüyor. Kızcağız iyi niyetli olabilir ama ben Hadise hakkında bile daha fazla düşünüp ona zaman ayırmak istemiyorum." diye açmış ağzını yummuş gözünü.
Aman ağır abiler biraz insaf; ne bu şiddet bu celâl?
Meseleye insaflı yaklaşanlar da var: Öteden beri müziğine bir türlü ısınamadığım Cahit Berkay, "Bir yorum getirmiş, buna da öldürücü darbe vurmayalım." dedikten sonra şâhane bir tesbitte bulunmuş: "77 milyondan operacıları çıkarsak kaç kişi orada solo olarak bu marşı söyleyebilir ki?"
Meselenin püf noktası burada işte...
İstiklal Marşımız ne solo halinde, ne de koroyla seslendirilmeye müsait olmayan, en pes sesiyle en dik sesi arasında neredeyse iki oktavlık aralık barındıran zor bir müzik parçası. Hiçbir okulun bayrak töreninde, hiç bir stadyumda, hiçbir askerî birliğin akşam taadatında, bayramda ben bu marşın hakkı verilerek icra edildiğini duymadım, görmedim. Bu, bizim müziğe karşı kabiliyetsiz olduğumuzdan kaynaklanmıyor; beste, icra zorluğu bakımından berbat; prozodisi berbat (Prozodi: müzik eserinde söz hecelerinin nağmeye âhenkli, uygun bir şekilde dağıtılması anlamına geliyor). Rahmetli Çinuçen Tanrıkorur yıllarca bu tenkidini her yerde tekrarladı: "Güftesi şâhânedir, dünyada bir tanedir fakat bestesi berbattır. Bir millet, kemâl-i şevk ve zevkle milli marşını okuyamıyor; böyle şey olur mu?" diye dert yandı, feryadına sedâ bulamadı.
Kabahat Hadise hanım kızımızda değil; Marşta. Dünyanın en iyi müzisyenleri bile canlı icraat esnasında hata yapabilirler fakat İstiklâl Marşımızı icra ederken detone olmamak, ancak şan eğitimi almış solistlerin harcıdır.
İstiklal Marşımızı yeniden besteletmeye kalkışsak, CHP alınganlık gösterip Anayasa Mahkemesi'ne gider mi dersiniz? [email protected]
--------------------------------------------------------------------------------
Şahane bir kadın, şahane bir ses, şahane bir konser
Geçen pazartesi akşamı Milli Saraylar Daire Başkanlığı, Dolmabahçe Sarayı'nın Medhal salonunda bir klasik Türk musikisi konseri düzenledi.
Konserin solisti Meral Uğurlu Hanımefendi'ydi. Bu cümledeki "hanımefendi" lâfzının mübalağası yok; Meral Uğurlu'yu tanıyıp bilenler bu tesbitin haklılığını derhal teslim edeceklerdir.
Meral Uğurlu Hanımefendi, 7 seneden beri faal müzik hayatına bir nokta koyup, Marmaris'te inzivâsına çekilmiş. Allah ömrünü müzdâd etsin, bu sene itibariyle 71 yaşında. Emeklilik günlerini tatlı inzivâsında geçirmek elbette hakkıdır fakat Saraylar Daire Başkanı Yasin Yıldız, bu konser için tatlı bir üslupla ısrar edince Sayın Uğurlu, tek defalığına bu konseri vermeyi kabul etmiş.
"Orada olmalıydınız!" diyeceğim geliyor ama diyemiyorum; sadece "Bu bir demdi, geldi geçti." diyebilirim. Eğer Türk musikisi âlemini, gelmiş geçmiş sanatçıları ile bir saray şeklinde tasavvur etmek söz konusu olsaydı, Meral Uğurlu bu heyet içindeki yeri herhalde "Sultan"lık mesâbesinde bir mevki olurdu. Saray ona, o saraya yakıştı.
Öyle zarif, öyle nazik, öyle hanımefendi. Sanatındaki liyâkatini ölçmek ise benim haddime düşen bir değerlendirme olamaz.
Meral Uğurlu, iki saatlik konserinde tam 16 eser seslendirdi ve bu eserlerin yarısından fazlası, "Benim" diyen sanatçının kolay kolay seslendirmeye cesaret edemeyeceği yoğunluk ve güçlükte ağır ve klasik eserlerdi; ne var ki o, daha dün sahneden ayrılmışçasına sahneye, seyircisine, saza ve esere hâkim bir edâ ile niçin "daima büyük" olduğunu isbatladı.
Dinleyicileri için bu konser, zor rastlanır kıymette bir ruh arındırma seansı gibiydi. Ruhumuzu, büyük musikimizin artık gitgide uzaklarda kalmaya başlayan nağmeleriyle yıkadık, durulandık; köklerimizdeki âşinâ sesleri hatırladık.
Bu az rastlanır musiki şölenini, "Klasik Türk Sazları Beşlisi"nden mürekkep bir saz topluluğu seslendirdi: Klasik Türk saz beşlisi, yani Tanbur'da Birol Yayla, Ney'de Şenol Filiz, Ud'da Samim Karaca, Kanun'da Taner Sayacıoğlu ve Kemençe'de Lütfiye Özer. Bu müthiş saz beşlisinin refakati, Meral Hanım'ın icrasına ayrıca bir güzellik ve parlaklık kattı. Musikimizin büyüklüğünü -lâfın gelişi, söyler dururuz; bu konser, Türk musikisinin büyüklüğünü kuvveden fiile çıkaran, yaşayan ve varlığını sürdüren bir uzviyet olduğunu gösterdi.
Başta Meral Uğurlu Hanımefendi olmak üzere, Klasik Türk Sazları Beşlisi'ne, TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na ve emeği geçen herkese nâmütenâhi şükranlar...
Ah, orada olmalıydınız!