Bu kadarını beklemiyordum!
İsrail’in İnsani Yardım gemilerine yaptığı saldırıyla ilgili tırnak içine aldığım aşağıdaki değerlendirmeyi öncelikle okuyun:
“Bugün yaşadığımız karmaşa siyasi ve dini boyutlarla insani konuların karıştırılıp bazı kavramların amacından saptırılmak istenmesinin sonucu olmuştur. İsrail’in harekatı icra şekli, güç kullanma derecesi bunun tuzu biberi olmuştur. Açık denizler de olsa İsrail’in karasularında da olsa, cereyan eden olayları tümüyle barış hukukunun barışa özgü kurallar çerçevesinde değerlendirmek hukuki bakımdan doğru bir yaklaşım olmayabilir.
Silahlı çatışma hukuku kapsamında, insani yardım temin etmek bir hak değildir. Uluslar arası silahlı çatışma hukukunda baş aktör Uluslararası Kızıl Haç Komitesi’dir örneğin, onun bile yardımı teklif etme hakkı vardır, etme hakkı yoktur. Dolayısıyla İsrail makamlarıyla temasa geçilip, bir mütabakata varılıp İsrail tarafının birlediği yöntemlere uygun olarak bu yardımı yerine getirmek gerekirdi. Buraya kadar İsrail’in eli güçlü.
Bu olayda konu amacından saptı, başka mahiyet kazandı adeta bir meydan okumaya dönüştü ve İsrail güç kullanma durumunda kaldı. Terörle Mücadele dahil herhangi bir silahlı çatışma ortamında gelen grubun kesinlikle silahsız olduğunu kimse söyleyemeyeceği gibi kendinizi öbür tarafın yerine koyun, bunları kontrol etmek herhalde hakkınızdır.”
Böyle bir değerlendirmeyi bir İsrailli’nin yaptığını düşünüyor olabilirsiniz. Ama yanılıyorsunuz. Bu değerlendirmeyi; Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Emekli Albay Doç. Dr. Sadi Çaycı yaptı.
Dün CNN Türk televizyonunda canlı yayında söylendi bu sözler. Spikerin bile gözleri fal taşı gibi açıldı ve aralarda müdahale etti. Ama buna rağmen ortaya bu değerlendirme çıktı.
Yükü, diyaliz makinesi, bebek maması, pirinç, yağ, enfeksiyon ilaçları olan bir gemiye yapılan silahlı baskını “hak” olarak gören ve “mazur göstermek için” adeta çırpınan bir yaklaşım.
Televizyondan İsrailli sözcünün açıklamalarını izledim. Onlar bile bu kadar kıvrak değildi. Eminim sayın emekli asker ve öğretim üyesi olan Çaycı beyden ilham alacaklardır.
Ergenekon operasyonları, demokrat görünen, derin yapıları deşifre ediyormuş gibi duran birçok insanın maskesini düşürdü. Bunlardan akla gelen ilk ikisi Soner Yalçın ve Can Dündar oldu. İkili, operasyonun belli aşamalarında mecburen savunma hattına geçtiler.
İsrail’in ölçüsüz saldırıları da bazı maskeleri tek tek düşürüyor.
Aşırı milli ve milliyetçi söylemler takınan Ergenekon yapılanmasının maskelerini düşürüyor örneğin bu ölçüsüz saldırılar.
Yukarıdaki sözleri eden Sadi Çayçı, Ergenekon’un en kilit yöneticilerinden biri olmakla yargılanan Mehmet Haberal’ın Başkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi zira.
Ergenekon’un yılmaz savunucularından Ercan Çitlioğlu’nun komadaki Şaron için İsrail Büyükelçiliği’ne telefon edip derin üzüntülerini bildirdiği ses kaydını hatırlıyorum hemen. Çitlioğlu’nun da isminin başında tıpkı Çaycı gibi “Dr.” unvanı var. Ve o da emekli asker…
Hani Deniz Kuvvetleri en azından uluslararası sularda vatandaşlarımızı neden korumadı diye soruluyor ya? Cevabı emekli askerlerin dillerinin çözülen bağında gizli…
Düşünsenize, BM, uluslararası hukuk, uluslararası anlaşmalar, Avrupa Birliği hepsi İsrail'in Gazze ablukasını, Filistin işgalini illegal buluyor.
Bizim Çaycı ise gemiye saldırıyı “haklı” buluyor.
Siyonistten daha siyonist olmak buna denir galiba.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.