İlhan Selçuk ve emekli öğretmen
Damadımla beraber şehri geziyoruz. “Bak, şimdi bir dükkana gireceğiz. Ben ona “İşler nasıl?” diyeceğim. O da başını önce sağa sonra sola çevirecek, bu hareketi bir daha yapacak ve sonra başını yukarıya kaldırdıktan sonra “Mahmıdım, hiç böylesi görülmedi” diyecek” dedikten sonra dükkana girdik ve hoş-beşten sonra “Ağabey, işler nasıl?” dedim, aynı tarif ettiğim hareketleri eksiksiz yaptı ve “Mahmıdım, hiç böylesi görülmedi” cümlesiyle sona erdi.
Bu dükkan sahibini kırk sekiz yıl önce babamla beraber gittiğimizde tanımıştım ve babama da aynı cevabı vermişti.
27 Mayıs 1960 darbesi olunca bazı kalemler “Demokrasi düşmanları asılmalı” diyerek Demokrat Partilileri suçluyorlardı, bazıları da “Demokrasiye darbe vuruldu ve Demokratlar asıldı” diyerek yazıyorlardı.
O günden bu güne kadar Başbakan ve Bakanlar darağacında sallandırıldı, binlerce gencimiz sağ-sol kavgasında gök ekinken biçildi.
Asanlar ve vuranlar laik, demokrat, hukuk devletini korumak için astılar ve vurdular.
Asılanlar ve vurulanlar da laik, demokrat, hukuk devleti için asıldılar ve vuruldular.
İki tarafın yazarları da her iki taraf siyasiyi laik, demokrat, hukuk devletine davet etmeye çalıştılar.
Elli yıldır yazanlarımız usanmadığı gibi, kırk, otuz, yirmi, on, beş yıldır aynı teraneyi tekrarlamaktan yine usanmadılar ve yılmadılar.
12 Mart darbesinin önünde ve ardında aynı şeyler yazıldı ve söylendi.
12 Eylül darbesi öncesinde ve sonrasında yine aynı şeyler yazıldı ve söylendi.
28 Şubat öncesi ve sonrasında yine aynı şeyler yazıldı ve söylendi.
Her hükümet kuruluşu ve bozuluşunda aynı sözler tekrarlandı.
İlkokul öğretmenliğinden emekli bir dostuma “Bu olaylar hakkında ne diyorsun?” demiştim.
“Televizyon dinlemeye ve gazete okumaya zamanım yok. Emekli maaşımdan başka param da yok. (Misyon gereği bazen sağda bazen solda yazan veya siyaset yapanlarımızın yalnız transfer ücreti o öğretmenin elli yılda aldığı ücrete denk olabiliyor.)
Sabahleyin kalkıyorum. Cebime bir avuç kuru üzüm, bir avuç leblebi alıyorum. Tren istasyonuna gidiyorum. Kara tren ucuz olduğu için bir liralık bilet alıyorum. Kondüktörden başlayarak son vagona kadar yolcuların hepsine sırayla İmanın altı şartını, İslâm’ın beş şartını anlatıyorum. üç saat sonra iniyorum. Geri dönüş biletini alıyorum. üç saatlik zaman içinde yine trendekilerin hepsine ayrı ayrı aynı şeyleri anlatıyorum. Yorgun argın eve dönüp Kur’anımı okuyup namazımı kılıp yatıyorum ve sabahleyin yeniden başlıyorum. Yirmi yıldır ben buna devam ediyorum” diyor.
çam ağacı gibi doğru olan tenleri salkım söğüt gibi yere eğilen, gönlü genç, vücudu ihtiyar insanlarımız, kahvelerde kirli havalar alarak ciğerlerinizi parçalayacağınıza, kirli dedikodular yaparak amel defterinizi karartacağınıza, altmış yıldır rayına oturmayan Ankara’nın laik, demokratik, hukuk devletini rayına oturtmak için kendinizi yoracağınıza, evinizin yakınındaki camiye gitseniz, imam efendiden Kur’an okumasını öğrenseniz, okumasını biliyorsanız tefsirini okusanız, okumasını bilmeyen birine okumayı öğretseniz hem ciğerlerinizi korumuş olursunuz, hem amel defterinizin son sayfalarını ağartmış olursunuz.
Sizin yaşınızda olan Sayın İlhan Selçuk, altmış yıldır laiklik, demokratlık, hukuk devleti için yazı yazar ama düzelen hiçbir şey olmadığını bazen kendisi gibi düşünenler tarafından bazen de kendisi gibi düşünmeyenler tarafından sorguya alındığında anlayıveriyor.
Yanında yetişenlerin dönüverip onu arkadan vurduğunu görüyor.
Halbuki adını Emekli Sandığından başka kimsenin bilmediği emekli öğretmen, bu toplum üzerine altmış yıldır yazı yazanlardan daha etkili ve faydalı olmuştur.
Hepimiz, oturup kalemlerimizi, daktilolarımızı, bilgisayarlarımızı, okuduğumuz kitapları önümüze yığıp yeniden düşünüp gideceğimiz yere göre bir karar vermemizde fayda var.