Gömülmeyin!..
“İnsan, dünyayı bildiği kadar kendini bilir...
‘Kamusuna gömülen’ insanın dünyası ‘koyu siyah ve saf beyaz’dan ibarettir!..
Ara renkleri, ana çözüme giden ara çözüm yollarını göremez!..
•
Hâl şudur:
‘İçe gömülen’lerden oluşan bir topluluk, sürekli olarak menfi mesaj üretir, hep olmazlara bakar!..
Neyin nasıl başarılabileceği üzerine değil de, neyin niçin olamayacağı üzerine kafa yorar!..
Bu insanlar daracık dünyalarında mutludurlar aslında. Dünyaları onlara yeter de artar.
Bastıra bastıra kısırlaştırdıkları yetenekleri daha fazlasını yapmaya el vermediğinden bütün dikkatlerini pozisyonlarını korumaya tahsis ederler.
Çözümsüzlükten, kandan, gözyaşından, hukuksuzluktan, zorbalıktan beslendikleri için; tabloyu “düzeltme” yolundaki her türlü girişime, çabaya karşı çıkarlar!..
Projeleri yoktur; neyi nasıl yapacaklarını bilmezler...
Bilmeye çalışmazlar...
Bir şey yapmaları da gerekmez zaten; dar grupları içindeki halleri iyidir... Hiçbir yerde göremeyecekleri itibarı “gömüldükleri kamularında” bulmuşlardır.
Kamuları, böyle ‘içine gömük’ kaldığı müddetçe ‘saltanatları’ devam edecektir...
Düşmanlıkları körüklemek, barışa giden adımları sabote etmek içe gömük adamın tarzıdır...
Çözüm; bilgi ister, kalite ister...
Bu zordur...
Gereği de yoktur!..
Ortalık toz duman olsun; kardeş kardeşi, komşu komşuyu yiyip bitirsin... Puslu hava devam etsin!..
•
Tırnak içinde verdiğim bu bölüm biraz alıntı biraz değil...
Ülkemin en önemli aydınlarından Prof. Dr. Naci Bostancı’nın Server Vakfı’ndaki konferansından “Kamusuna gömülenler” bölümünü aldım...
Affetsin beni; söylediklerini üslubumca bir kalıba döktüm...
Ve yaşadıklarım, şahit olduklarımla birleştirip bir şeyler döktürdüm.
•
Sayın Bostancı Hocamın konferansı “açılım”a dairdi...
Veciz konuşmasını misallerle süslerken;
Bir “genç kız”dan bahsetti...
Hocam, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı.
İletişim’in hemen yanında Hukuk Fakültesi var...
•
Bir öğrencisi; “Hukuk Fakültesi’nden bir hanım talebeyle tanıştım. Diyarbakırlı ve konuşması biraz farklı diye sürekli olarak dışlanıyor, ithamlara maruz kalıyor, adeta örgütün eline itiliyor. Kendisi örgütün yaptıklarının yanlış olduğunu söylese de dinletemiyor!..” diye dert yanınca...
“Bu çok yanlış...Hanım öğrenciyi buraya getir. Konuşalım, bu duruma engel olalım...” demiş Hocam...
•
Genç, birkaç gün sonra hanım arkadaşıyla dekanlık makamına gelmiş ama Sayın Bostancı yerinde yokmuş...
Sonrasında da, Hocamın koşuşturması şu bu derken bir kopukluk olmuş... Bir gün, koridordan hızla geçerken o öğrenciyi görmüş Sayın Bostancı. “Ne oldu, bir hanım arkadaşla görüşecektik?” diye sorduğunda...
“Hocam çok geç” cevabını almış:
“Arkadaşlar suçlaya suçlaya, dışlaya dışlaya hedeflerine ulaşmayı başardılar!..O hanım arkadaşa bizimkiler ilgi göstermeyince PKK’lılar ilgi gösterdi!.. Bizimkilerin ittiğini PKK’lılar kaptı!.. Kızcağız elden gitti!..”
•
Hocam yine affetsin; anlattıklarını olduğu gibi kendi ifadeleriyle değil de, aklımda kaldığı kadarıyla verdim...
Nüanslarda sıkıntılar olabilir, ama meselenin özü bu:
“Kamusuna gömülmüş” adamlar; zor olanı, yani kazanmaya çalışmayı değil de, kolay olanı yani dışlamayı tercih etmişler!..
Birbirimizi cehenneme göndermeye mi uğraşıyoruz, terör örgütlerinin insafına(!) terk etmeye mi?..
Hayır, böyle değil elbette... İşin aslı şu ki;
Kamumuza gömüldüğümüzden, -çoğu zaman- neyin neye yol açacağını göremiyoruz...
Pozisyonumuz hoşumuza gidiyor; bir şeyler yaptığımıza, iyi bir şeyler yaptığımıza inanıyoruz... Kendi kamularımızda, birbirimizi avutuyor...
Birbirimizi gaza getiriyoruz...
Olan bize oluyor, ülkemize oluyor, fark etmiyoruz!..
Fark etmemek de hoşumuza gidiyor aslında, kolayımıza geliyor...
“Dünya iki kulplu bir kazan, tut bir ucundan sen de kazan...”
Yapıştığımız “uç”a benziyoruz zamanla; “uç” oluyoruz nihayetinde.
Şu veya bu parti, şu veya bu grup...
Dışladıkça birilerini; hor gördükçe... Hakaret ettikçe...
Terörün suç ortağı oluyor; bilerek ya da bilmeyerek!..
•
Hocamın konuşması, “açılım” tartışmaları üzerineydi...
“Açılım” tek boyutlu bir kavram olarak değerlendirilmesin...
“Kürt açılımı” filan değil... “Saçılım” da değil... “Açılım!..”
•
Al bir misal daha... O da Hocamdan...
Tunceli grubu öğrencileri, “aşure günü” düzenlemiş...
Ankara’nın nefes alınabilen semtlerinden “Söğütözü”nde...
Ses düzeni, flamalar, bayraklar tam teşkilât...
Hoca da davetliymiş oraya... Gitmiş...
Konuşmalar filan derken; biri çıkmış ne alâkaysa konuyu Sivas olaylarına getirmiş... Ve... “Sivas’ta aydınları cami yaratıkları yaktı!..” diye bağırmış... Malûm, Sayın Bostancı’nın manevi yönü güçlü; bütün kafalar kendisine yönelmiş o an!..
“Cami yaratığı” Hocam ya!.. Kamusuna gömülmüş bir “adamcağızın” densizliği bir anda germiş ortamı...
Bu esnada...
“Tunceli grubu”ndan bir beyefendi kürsüye çıkmış...
“Cami yaratıkları” sözünün son derece yanlış olduğunu söylemiş...
•
Şimdiii... Soralım:
Sayın Naci Bostancı’nın oraya gitmesi, “Aşure günü”ne katılması iyi mi olmuş, kötü mü?.. Ben derim ki; fevkalade iyi olmuş.
Sayın Bostancı’nın orada olması; İslâm’a yönelebilecek bir çok hakaretin önünü kesmiş zira... Bir kişi koca bir topluluğu etkiler böyle!..
•
“Bir yerde yoksan hiçbir yerde yoksun” felsefesi son derece önemli.
Ben buna büyük saygı duyuyorum...
“Kamusuna gömülen” insanlardan hayır gelmez...
Çıkın ortaya, dolaşın... Anlamaya çalışın... Ve anlatmaya!..
“Kamunuza hapsolmayın!..”