İddianameyi okudunuz mu?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın "laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği" teziyle Anayasa Mahkemesi nezdinde açtığı AK Parti'nin temelli kapatılmasıyla ilgili hacimli iddianamesini baştan sona okuyanların farklı değerlendirmeler yaptıklarını sanıyorum. Basından takip edebildiğimize göre genel olarak iddianamenin hukuki temellerinin zayıf olduğu, iddiasına mehaz teşkil eden kanıtların yetersiz ve esas itibariyle açılan davanın hukuki olmaktan çok siyasi mahiyette olduğu yönündedir. Buna karşılık iddianameye "mükemmel!" diyenler de var. Siyasilerin değerlendirmelerinde kendi kimliklerinin ve durdukları siyasi cenahın belirleyici olduğu söylenebilir. Ancak hukuk adamlarının değerlendirmelerinde gözlemlenen tamamen birbirinin tersi durumlar biraz şaşırtıcı ve hukukun nasıl siyasallaştığının da bir kanıtı olarak görülebilir.
Söz konusu iddianameyi okuduğumda geneli hakkında ben de şöyle bir kanaat oluştu: Devlet-din ilişkileri konusunda mevcut verili durum Cumhuriyet'in laiklik ilkesinin somut şeklini ifade etmektedir. Buna yönelik her türlü farklı düşünce, ifade, eylem, eleştiri ve talep "laiklik ilkesine aykırı eylemler" olarak görülmelidir.
Bilindiği gibi Anayasamız devletin şeklinin cumhuriyet olduğu, cumhuriyetin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti oluşu ile üçüncü maddede düzenlenmiş olan hususların değiştirilemez ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemez olduğunu düzenlemiş bulunmaktadır. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti'nin "laik" niteliği değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Devletin demokratik ve laik niteliği konusunda bir tartışma söz konusu değil; ancak bu ilkelerin anlam çerçeveleri, buna ilişkin düzenlemeler ve uygulamalar her zaman tartışma konusu olmuştur. özellikle "laik devlet" konusunda bitmez tükenmez bir tartışma ve bir türlü ortak noktada buluşamama söz konusudur. Söz konusu tartışma demokratik ve laiklik ilkesine karşı değil uygulamadaki aksaklıklara yöneliktir. Mevcut demokrasiyi eleştirmek devletin demokratik oluşuna karşı olmak olarak nasıl görülebilir?
Cumhuriyetin "laik devlet" niteliğinin mutlaklaştırılarak en ideal, doğru ve işlevsel uygulamanın bu olduğunu söyleyerek adeta bu alandaki tüm tartışmaları sona erdirmek, bir tür dogma haline getirerek tartışma dışına çıkarmak anlamına gelmektedir. Bu hiçbir biçimde kabul edilemez bir durumdur. İlkesel olarak farklı toplum kesimlerinin "laiklik" ilkesini devletin ayrılmaz bir ilkesi olarak kabul etmeleri zorunluluğu, herkesin bu ilkenin nasıl uygulanacağı, çerçevesinin ne olacağı, sınırların nasıl çizileceği hususunda farklı düşünmelerini asla engellemez. Nitekim laikliğin Türkiye'deki uygulamasına bakıldığında önemli farklılaşmaların yaşandığı, kimi dönemlerde "yoğun din karşıtı ve pozitivist bir karakter" kazanarak radikal uygulamalara dönüşmüşken kimi dönemlerde toplumdan gelen talepler doğrultusunda yumuşatıldığı görülüyor. Mesela tek parti dönemindeki uygulamalarla çok partili dönemdeki uygulamalar aynı değildir. Gerçi çok partili dönemde toplumsal talepler doğrultusunda yapılan yeni düzenlemeler bazı kesimlerce "laiklikten geri gidiş" ve hatta "karşı devrim" olarak değerlendiriliyorsa da topluma rağmen ve sürekli iktidar dayatmasıyla bir ilkeye uygulanırlık kazandırmanın imkansızlığı ortadadır. Dolayısıyla laiklik ilkesinin tek parti dönemindeki uygulamasını mutlaklaştırarak cumhuriyetin tek laiklik biçimi olarak kabul etmek, ne hukuki ne de siyasi rasyonaliteyle izahı mümkün bir durumdur. Mevcut laiklik ilkesine ilişkin uygulamaların gözden geçirilmesi, yeniden düzenlenmesi, aslında ilgisi olmayan bazı politikaların özgürlükçü temelde yeniden tanımlanması demokrasi çerçevesinde her zaman mümkün olan bir durum olarak görülmelidir.
İddianame ile ilgili diğer bir önemli nokta ise kanıt olarak gösterilen hususların nerede ise hepsi temel haklardan olan ifade özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğü kapsamında mütalaa edilmesi gerektiği hususudur. Laiklik ilkesinin kapsamında dahi olsa vatandaşların barışçı yollarla uygulamayı eleştirmeleri, karşıt görüş ve fikir ileri sürmeleri, konu hakkında düşüncelerini çeşitli yöntemlerle ifade etmeleri en temel haklarıdır. Bu hakkı kullanmalarından dolayı düşünce düzeyinde kalan sözlerin "laiklik ilkesine aykırı eylemler" olarak değerlendirilmeleri hiçbir şekilde kabul edilemez bir durumdur. Eylemle düşünceyi aynı kefeye koymanın ne mantıksal bir temeli, ne de hukuki ve siyasi bir izahı olabilir.