Bahar, Nevruz Ormanlarıyla Kutlanamaz mı?
Bahar, bir diriliş.. Yeniden bile olsa bir taze uyanış. Hatta, gözleri yeni bir doğuşa açış.. Aslında ölen, solan, dökülen yaprakların bir çeşit “ba’s ü ba’del mevt”i. Onun için insanlık tarihi kadar eskilere uzanır bahar bayramları..
Hitit’ten-Firik’e, Mezopotamya’dan-Anadolu’ya, Türkistan’a uzanan coğrafyada ve diğer yerlerde kendine has farklılar olsa da baharın gelişi kutlanır.
Baharla beraber, bir iyimserlik, tabiata açılış, yeşilde rahatlama ve umudu tazeleme, yeni filizlerin uç vermesi gibi insan yüreğinden, düşüncesinden dışarıya taze gülücükler açar..
Peki, bu evrensel denebilecek bahar bayramı, bizde niçin yeşil yerine kırmızıların, kanın kokusunu ortalara döker?
Bahar bayramı, “Sultan Nevruz”un o ululuğu, yüceliği, erişilmez doyumsuzluğu; erdemli davranışlar yerine bir kanlı çatışmanın ortamı haline nasıl getirilir?
Türkiye’nin odağında olduğu coğrafyayı cehenneme çevirmek isteyenler; nedense baharın letafetini bile başka mecralara dökmek için karartabiliyorlar. İyi de başkalarının kötü emellerini üzerinden gerçekleştirmek istediği “bizimkilere” ne oluyor? Başkalarının elinde kör bıçak olma ve kendi bedenini kesme işkencesine gönüllü katılma garabetini nasıl açıklamalı?
En iyisi baharı kutlamaya, evrensel düzeyde örnek olacak bir eski gelenekten söz etmek.
Bilindiği üzere eski Türkler de baharı kutlardı. Yalnız onlar orta yere bir kamyon lastiği yakıp, üzerinden atlayarak, havanın güzelliğini berbat ederek kutlamazlardı. Ya da odun kümelerini yakarak, tahripkârlığın bir başka tipiyle o güzelliğe halel getirmezlerdi. Modern dünyanın aklını zorlayacak bir işi öne çıkararak kutlarlardı. Yirmi bir Mart veya ertesi günü, başta Göktürk Kağanı olmak üzere halk, ötüken’in bir bölgesine gider orada hep birlikte katran fidanları dikerlerdi. ötüken, suyu, taşı, toprağı, ağacıyla bir çeşit kutsal merkezdi. Vatan, kutsaldı. Ama ötüken’in yeri daha azizdi. Onun için ormanlık, sulak, yeşil ötüken’in güzelliğine yeni güzellikler eklenir, üstelik bu iş en üst düzeyde katılımla gerçekleştirilirdi. Ardından öğleye doğru, ağaç dikmekten dönen insanlar, hazırlanan yemeklerden yerler, sportif gösteriler yaparlar, kurulan çadırlar dolaşılarak bayramlaşma işini, daha doğrusu baharla gelen taze uyanışı, birbirlerine sevgi-saygı gösterileri yaparak gerçekleştirirlerdi. Baharın güzellikleri, insan davranışlarındaki inceliklerle bütünleştirilirdi.
Göktürk çağındaki bahar bayramını kutlama tarzının yüksekliği, çağımızdaki ilkellikle her halde kıyas kabul etmez. Bir bahar bayramı kutlanacaksa, onunun ağaç dikerek, bir beldeyi daha güzelleştirerek, üstelik elbirliği ile o faaliyete katılarak iyiliğin paylaşılması, çoğaltılması tarzında yapılması gerekmez mi?
Göktürkler için Ergenekon’dan çıkışla bütünleşen yeni gün “Nev-ruz”; toplum bütünlüğünü, birliğini, hoş bir eylemle perçinleyerek öne çıkartıyordu.
Günümüzde bahar bayramları, hatta çanakkale Zaferini kutlama, şehitlerimizi anma toplantıları ağaç dikme şenliğine dönüştürülemez mi?
Baharı, asfalt üstünde lastik yakıp, ateş üstünden atlama yerine toprağa ayak basarak, yere düşen şehitlerin hatırasına yeni bir fidanı dirilterek kutlayamaz mıyız? “Göğ ekin gibi biçilen” genç filizlerin toprağa düştüğü çanakkale Zaferinin yıldönümü ile Bahar Bayramı; Türkiye’de “Cennet Vatan”ı gerçekten cennet haline getirme asil çabasının merkezi haline getirilemez mi?
Nevruz kutlamalarına katılan İtalyan, Almanlar da bu tür faaliyetlere davet edilebilir. Polis taşlanan, adam öldürülen eylemlerin içinde yer alma yerine ağaç dikme şenliğine katılmaları onlar için de fitne yerine insanlığı hatırlama işine yarar.
Türk Milleti, geçmişteki model olan yüksek kültür ve davranışlarını yeniden hatırlamak, yorumlamak ve yararlı unsurlarını yaşatmak zorunda.. O zaman birlik duygusu daha da perçinlenecek, arızi gelişmeler kendiliğinden azalacak, kötülüğün odağı olanlar da yalnız kalacaktır. Ama asaletli faaliyetler geliştirilmezse, fitne ile fitnecinin işini kolaylaştıran gelişmelerin azmasına göz yumulmuş olacaktır.
Bahar bayramının artık ağaç dikme şenliklerine çevrilerek kutlanması diliyoruz.. üniversitelerin öğrenci toplulukları, belediyeler, sivil toplum örgütleri bu işte öncü rolünü oynayabilir. Bakın o zaman çıplak toprağa, dağa, taşa yani vatana sahip çıkma duygusu ne kadar da hızlı gelişecektir. Yeter ki Nevruz Ormanlarının gülen yüzleri çoğaltılsın.