Didem batıya nâzır; nâzır batıya didem
Bu Didem, sizin tanıyıp bildiğiniz "Di-dem"lerden değil, "Dîde", yani göz. Yazının başlığı, Yahya Nazım Efendi tarafından bestelenen Şehnaz bir şarkının ilk mısraından mülhemdir: "Dîdem yüzüne nâzır, nâzır yüzüne dîdem/ Kıblem olalı kaaşın, kaaşın olalı kıblem/ Gamzen ciğerim deldi, deldi ciğerim gamzen/ Bilmem nic'olur hâlim, hâlim nic'olur bilmem" Şarkının sözleri "müsennâ" tarzında tertib edilmiş, simetrik; eskiler "aynalı" da diyorlardı.
Uzak atalarımızın dîdeleri batı istikametine dönüktü; Asya'dan hep garba doğru geldiler, garba yani Anadolu'ya. Malazgird'de Rum ordusuyla elenseleşmenin üstünden on sene bile geçmeden bizimkiler Üsküdar sahillerinde Horhor Çeşmesi'nde atlarını suvarırken büyük ihtimâlle Çamlıca sırtlarına değil, yine batı istikametine Yeditepeli güzele bakıyor olsalar gerekti.
Kızılelma nedense garb istikametine denk düşüyordu.
Sonraları bizimkiler Viyana'ya kadar zamanın en büyük ordularından birini olanca ağırlığıyla götürecek kadar işi abarttılar. Ne vardı batı'da, ne görmüşlerdi bilmiyoruz. Nitekim Osmanlı kimyâsının en mühim elementini, onların daha beylik iken "Uç"ta bulunmaları izah ediyor. Uç, yani Selçûkûi batısı.
Osmanlılar Edirne'yi 1362'de, Varna'yı 1444'te, İstanbul'u 1453'te, Trabzon'u 1461'de fethettiler. Eş durumundan Trabzon üzerinde hükümranlık iddia eden Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın (ki Akkoyunlular Sünni Türkmenlerdir), -garip bir tesadüf eseriyle- Bizans üzerinden garba yönelmek sevk-i tabiisi, Koyulhisar civarındaki Otlukbeli'nde dramatik bir hesaplaşmaya sahne oldu. II. Mehmet mecburen kendi şarkına yönelerek Uzun Hasan'ı tasfiye etti ama galebe ettikten sonra mağlup ve perişan Akkoyunluları takib ve imhadan kaçındı. Erkânıharbi, takip ve imha taraftarı iken II. Mehmet strateji dehâsıyla buna müsaade etmemiştir. O, enerjisini batı istikametinde kullanmak istiyordu ve öyle yaptı.
Onun içindir ki Rumeli, sadece Osmanlıların Avrupa toprakları sayılmaz, Osmanlıların anayurdudur, melce'-i Osmânîdir, üss'ül esas olmuştur. Rumeli'nin kaybı ile devletin sukuutu arasında sadece 6 sene olması kesinlikle tesadüf değil.
Bizim batılılaşma maceramız, aynı stratejinin farklı bir düzlemde, muzaffer değil mağlup bir edâ ile devamıdır. Öyle okunduğunda anlamlar yerine oturur.
Osmanlıların siyâsi ve medenî meydan okuması (Challenge) batıya dönüktü. Kendi cenûbuna ve şarkına yönelmekte istikbâl görmemişlerdir. O istikametler aile kavgası mânâsına geliyordu; Osmanlı varlığının savunulması, rakip meydan okumanın geldiği asıl tehdide karşı uyanık ve zinde durmayı mecburi kılıyordu.
Bugün kendi cenûbumuz ve şarkımızın durumuna göz attığımızda tarihî ve geleneksel stratejinin doğru olduğunu teslim ederiz. Cumhuriyet batılılaşması aynı temelde Osmanlı doğrultusunu korumuştur: Batıya rağmen, batıya doğru kazanılmış askerî başarının hediyesidir cumhuriyetimiz. Özeti "Muasırlık"tır, dünyanın kalbgâhına teveccühtür. Bu teveccühten murad olunan muasır dünya ile göz, dirsek ve ezcümle çağdaş üretim tekniği mesafesinin korunmasına can gözüyle dikkat kesilmektir.
Türkiye'nin ekseni batıya müteveccih durmak, ideolojik ve siyasi tehdidin kalbgâhına yakın temas halinde bulunmaktır.
Tâbir hoş görülürse, tarihin zarı atılırken bizim bahtımıza garb istikameti düşmüş; diğer istikametlerle ilgimizin belirleyicisi batıyla mesafemizdir.
Hararetle eksen kaymasını tartışan arkadaşlara hatırlatmak istedim sadece.