Barış ve kardeşliğin önemli bir faktörü: Milliyetçilik anlayışı (1)
Bugün Türkiye’de barış ve kardeşlik kavramlarının gündeme getirildiği her yerde, Doğu ve Güneydoğu meseleleri akla gelmektedir. Doğu ve Güneydoğu meseleleri zikr edilince de milliyetçilik, azınlık, ümmet ve benzeri kavramlar tartışılmaya başlanmaktadır. 9 Haziran-30 Haziran arasında Güneydoğunun 6 vilayetinde konferanslar verdim ve bu konunun mutlaka İslami açıdan açıklanması gerektiğine yeniden kanaat getirdim. Ayrıca 10 gün içinde verebildiğim 6 konferans ve 10’dan fazla en azı 1000 kişi olmak üzere özel sohbet toplantıları yaptım. Bunların sonucunda Güneydoğudan ümitli döndüm. Fakat aşağıdaki meseleleri açıklamayı bir vazife biliyorum.
Millet, kavim, din ve ümmet kelimelerinin İslâm’a göre manası nedir? İslâm’a göre milliyet fikri hangi manayı ifade eder ve milliyet fikrinin çeşitleri nelerdir? Türk Milliyetçiliğine nasıl bakılmalıdır? Şarkta yaşayan veya kürd olan herkes Kürtçü müdür? Bu soruların cevabı, tebliğimizin temelini teşkil edecektir. Bütün bunların ülkemizdeki barış ve kardeşliğe katkıları nelerdir?
I - MİLLET, KAVİM, DİN VE ÜMMET KAVRAMLARININ MANALARI
Bilindiği gibi, millet, sözlük anlamı itibariyle söyleyip yazdırmak veya ezbere yazdırmak demek olan imlâl yani imlâ masdarıyla yakından alakalı bir isimdir. Lügat âlimleri bu kelimeyi, “tarîkat-ı meslûke” yani “tutulup gidilen yol” diye de açıklamışlardır ki, eğri veya doğru olabilir. Bu manadan hareketle, din ve şerî‘at manalarına da kullanılmıştır. “Millet-i İbrahim” tabiri ve de Kur’an’da kullanılan millet kelimeleri çoğunlukla bu manadadır. O halde, din, millet ve şerî‘at gibi kelimeler, haddizatında aynı manalarda kullanılmaktadır. Ancak bu tabirler, bakış tarzları ve muhtevâları itibariyle birbirinden ayrılmaktadır. Gerçekten gidilen ve tutulan yola, i‘tikad açısından bakarsanız, din manasını; hukuk sistemi itibariyle yani amelî açıdan bakarsanız şerî‘at manasını ve ictimâ‘î açıdan bakarsanız yani cemiyeti teşkil eden fertlerin içtima‘ ettikleri yol olarak değerlendirirseniz millet manasını görürsünüz. Biraz sonra göreceğimiz gibi, aslında itikad edilen ne ise, esas itibariyle yaşanan ve amel edilen de odur. Yaşanan ne ise fertlerin üzerinde içtimâ‘ ettiği şey de odur. O halde millet, bir hey’et-i içtimaiyyenin etrâfında toplandığı ve üzerinde yürüdüğü, diğer bir ifadeyle sosyal ruhunun tâbi olduğu ve sosyal bedeninin bağlı bulunduğu hâkim unsurlar ve gidilen yoldur. Hak da olabilir; bâtıl da olabilir.
İslâm’a göre, bir cemiyeti teşkil eden fertlerin ruhunun ve cisminin bağlandığı ve bütün hareketlerini kendisine bağladıkları yol yani millet, sadece ırkçılık demek olan unsuriyet fikrine dayanamaz. Bediüzzaman’ın tesbitlerine göre, biraz sonra izah edeceğimiz menfî milliyetçilerin ve unsuriyetperverlerin reislerinden olan ve dine karşı lakayt kalan Ziya Gökalp bile, mecbur olmuş ve şöyle demiştir: “Dil, din bir ise millet birdir.” Kendisi ise bu meseleyi şöyle bağlıyor: “Madem öyledir. Hakikî unsuriyete değil, belki dil, din, vatan münasebâtına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zaten kuvvetli bir millet; eğer biri noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dahildir.”
Burada ümmet kelimesine de dikkat çekmekte yarar vardır: ümmet, imam kökünden gelen bir isimdir. İnsan gruplarının tabi‘ olduğu cemaat demektir. Yani bir rehberin öncülüğünde kuvvetli bir birlik bağı ile bir araya gelerek muntazam bir şekilde icrây-ı faaliyet eden ve bu yol ile muhtelif insan grupları ve sınıfları üzerinde hâkim bulunan hey’et-i ictimaiyedir. Fertlere nazaran imam ne ise, insan gruplarına ve cemaatlere nazaran da ümmet odur. Biraz önce anlattığımız manada millet-i hâkime sâhiblerinden teşekkül eden hey’et-i ictimaiyyeye biz ümmet diyoruz. Bu sebeple İslâmiyet milleti mensublarından teşekkül eden cemiyete ümmet-i İslâmiyye diyoruz. İslâm âlimleri de millet-i küfriyenin mukabili olan cemaate ümmet-i İslâmiyye demektedir.
II - MİLLİYET FİKRİ VE ÇEŞİTLERİ
Kur’an’da milliyet fikrinin temelini teşkil eden Hucurât Sûresinin “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık.” mealindeki âyetinin manası şöyledir: “Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki sosyal hayata ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize karşılıklı yardım edesiniz. Yoksa, sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkârla yabanî bakasınız, husumet ve düşmanlık edesiniz değildir.”
İslâm’a göre milliyet fikri iki kısımdır:
1 - Menfi Milliyet Ve Kapsamı
Birinci kısmı menfi milliyetdir ki, menfîdir, uğursuzdur, zararlıdır. Başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine düşmanlıkla devam eder, uyanık davranır. Şu ise, düşmanlığa, kargaşaya ve keşmekeşe sebeptir. Menfî milliyet diye ifade edebileceğimiz bu fikre, ırkçılık, Kur’an’ın tabiriyle hamiyyet-i câhiliye, unsuriyet ve kavmiyet de denmektedir. Bu menfî milliyetde, vatanperverlik de ve her türlü hareket de unsuriyet üzerine binâ edilmektedir. Bediüzzaman Hazretleri, bu fikri takib edenlere menfî milliyetçiler ve unsuriyetperverler adını vermektedir.
2 - Müsbet Milliyet Ve Müsbet Milliyetçilik
İslâm âlimlerine göre milliyet fikrinin ikinci kısmı müsbet milliyetdir. Müsbet milliyeti ifade etmek üzere, müsbet ve mukaddes İslâmiyet milliyeti, millet-i İslâmiye ve benzeri tabirleri kullanılmakta ve şöyle tarif edilmektedir: İslâmiyet Milliyeti ifadesi şu şekilde formüle edilebilir: Milliyetimiz bir vücuddur; aklı İslâmiyet, ruhu Kur’an ve imandır. Osmanlı ruhu asırlarca bu manayı yaşatmıştır. Sosyal hayatın dahilî ihtiyacından ileri gelen müsbet milliyet, yani mukaddes İslâmiyet milliyeti ve bu manada bir insanın milletini sevmesi, memleket dâhilinde karşılıklı yardımlaşmaya ve dayanışmaya sebeptir; menfaatli bir kuvvet temin eder; İslâm kardeşliğini daha ziyâde te’yid edecek bir vâsıta olur. İslâmiyetin ırkçılığı reddetmesi demek, kişinin mensup olduğu müslüman milletini sevmemesi manasında değildir. Hz. Peygamber’in “Kişi milletini sever” manasındaki hadisi de böyle yorumlanmalıdır. Bu arada temelini yukarda verdiğimiz tarif teşkil etmek üzere, bir insanın İslâma bayraktarlık yapan ecdadı ile İslâmiyet hesabına iftihâr etmesi ırkçılık değildir. Zaten sadece ırk manasında söylediği takdirde, yukarıdaki tariflere göre bu müsbet değil, menfî milliyetçilik olur.
Müsbet milliyetçilğin sınırları şu şekilde tesbit olunabilir:
“Şu müsbet fikr-i milliyet, İslâmiyete hâdim olmalı, kale olmalı, zırhı olmalı; yerine geçmemeli. Çünkü İslâmiyetin verdiği kardeşlik içinde bin uhuvvet var; âlem-i bekada ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâki kalıyor. Onun için, uhuvvet-i milliye ne kadar da kavî olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu onun yerine ikame etmek, aynı kalenin taşlarını kalenin içindeki elmas hazinesinin yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nev’inden ahmakane bir cinayettir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.