En tehlikeli yobazlarımız
Yobaz, bilmeyen, anlamayan, öğrenmek istemeyen, ama kendi yanlışını da başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışan adamdır.
Bizde, nedense hep din yobazları üzerinde duruluyor. Türkiye’de din yobazı yok mu? Elbette ki var. Ama din yobazı, fikirlerini, yanlışlarını kat’iyyen dinden almıyor.
Mesela; Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk peygamberimize buyuruyor ki: “Benim rızam olmadan hiç kimse iman edemez.“ “Dinde zorlama yoktur!“ Bu açık, bu kesin hükme rağmen, yobaz sanmaktadır ki, kalbi mühürlenmiş kişileri, zor kullanarak Müslüman yapmak mümkündür. Bilmeliyiz ki Müslümanlık başka, Müslüman başkadır. Müslümanlık, inceliktir, güzelliktir, aydınlıktır... Ama Müslümanlar arasında geri, kaba-saba... insanlar da yaşıyorlar.
Bizim cemiyetimizde, din yobazlarından daha çok ve daha tehlikeli olan başka yobazlar da var. Mesela: Büyük ve şanlı tarihimizi topyekûn inkâr eden ve bizi, 1923 yılı üzerine oturtmak isteyen kimseler, bizim tarih yobazlarımızdır.
1923 yılından beri laiklik üzerinde tartışıp duruyoruz. Birtakım kimseler, laikliği, sadece İslâm düşmanlığı şeklinde anlıyor, anlatmaya çalışıyorlar. Bunlar bizim laiklik yobazlarımızdır.
Dil, hem insanların, hem de milletlerin hayatında bir şahdamardır. Dini, ancak güzel, zengin bir dille anlatabiliriz. Bir Alman üniversitesinin araştırmasına göre, dünyada 5651 dil var. Türkçe, bu 5651 dil zincirinin 11. halkasındadır. Bizim dilimiz bir imparatorluk dilidir. Dilimizi imparatorluk dili olmaktan çıkarmaya çalışanlar, onu ruhsuz, köksüz, kaba-saba bir kabile dili haline getirmek isteyenler, bizim dil yobazlarımızdır.
Halkın iktidar yapmadığı bir partiyi, binbir türlü yalanla dolanla, iftirayla yıpratmaya çalışanlar, üstelik ordumuzu da siyasetin içine çekerek hükümet darbeleri plânlayanlar, bizim politika yobazlarımızdır.
Bizim üniversitelerimizde de, ilim dünyamızda da çok tehlikeli yobazlarımız volta vurmaktadırlar. Bunlar, din yobazlarımızdan daha tehlikelidirler. Meslektaşlarını müthiş derecede kıskanmakta, çalıştıkları alanlarda kendilerinden başka hiç kimsenin öne geçmesine tahammül edememektedirler.
Geçen ay yazmıştım: Türkiyemizde kök hücreleri ceninlerden alarak çoğaltan ve birtakım hastalıkları kök hücrelerle tedavi eden ilim adamlarımızın başında, Veteriner Hekim Prof. Dr. Süreyya Aygün Paşamız vardı. İstemişti ki bu yeni ilmî buluş, Türkiye’den bütün dünyaya yayılsın. Süreyya Paşanın karşısına bazı üniversitelerimiz, doktorlarımız dikildiler. Onu mahkûm ettirmek için çırpınıp durdular. Paşa, hapse girmekten çok zor kurtuldu... Aradan 40 yıl geçti. Şimdi yeni bir ilim adamımız Prof. Dr. Işık Akgün. Türkiye’de ilk defa kök hücreden kıkırdak yaparak hastalarına uyguluyor. Prof. Akgün yaşadığı büyük sıkıntıları geçen pazar, Hürriyete açıkladı: “Büyük düşmanlıklar kazandım. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde, kök hücreyi ilk defa ben uyguladım. Ama ne yazık ki iki genç arkadaşımdan başka, beni hiç kimse tebrik etmedi!“ dedi. Vah! Aman, eyvah! Onu tebrik etmeyenler, üniversitelerimizdeki yobazlarımızdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.