ASKERÎ EĞİTİM VE ZİHNİYETİN TEMELLERİ

ASKERÎ EĞİTİM VE ZİHNİYETİN TEMELLERİ

Bu ülkede askerin eğitiminin kazandırdığı temel akide şudur: “ Ülke sizindir, sivilleri daim kontrol altında tutacak ve potansiyel tehlike olarak bileceksiniz.”

Asker, ilân ettirilen cumhuriyet devletinin sahibi olduğu içindir ki, devlet ve millet onun sayesinde yapılandırılacak, ülkenin modernleşmesi ve aynı zamanda Batılı-muasır seviyeye çıkarılması sağlanacak.

Askerlerin, orgeneralinden en alt astsubayına kadar standart konuşmaları vardır. “Aklın ve bilimin ışığında yürümek, dogmalardan kurtulmak, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda ülkemizi ileri götürmek, her türlü geri gericiliğe ve çağdaşlığa karşı uyanık olmak, müdahale etmek.”

Pozitivizmin kurucusu August Comte’un, “insanlığın içinden gelip geçmekte olduğu üç dönem, üç hâl” deki sözün tıpkısıdır, askerin ezberlediği bu söz. Mitoloji çağı, din çağı ve bilim çağı. İnsanlık artık dinlere göre değil, bilimi ve aklı rehber kullanacaklardır. Dine karşı bir ideoloji olarak bilimi öncü kabul etmektir. Bütünüyle pozitivizm ihtiva ediyor bu sözler. Askerin eğitim zihniyetinin temelini bu sözde aramak lâzım. Askeri Liselerde özellikle Harp Okulları eğitiminin dibacesinde büyük oranda laik-pozitivizmin fikirleri ağırlıktadır.

Askerler en rütbesizinden en yüksek rütbelisine kadar “laikliğin bekçisi olarak” eğitim alırlar. Laik-pozitivist ruh ve mâna taşıyan Atatürk ilkelerinin bilinen kalıplarını ezberleyerek eğitimlerinin zihniyet ve doktrinel tarafını tamamladıktan sonra savaş ve strateji sanatını öğrenirler. Askerlerimiz savaşa giderken “Allah Allah” diyerek giderler, ölürse şehit, kalırsa gâzidir. Fakat askerî okullarda aldıkları eğitimin temel zihniyet ve paradigmalarına aykırıdır şehitlik ve gâzilik. Ehli bilir ki, şehit ve gâzilik dinî kavramlardır.

Askerî zihniyet ve davranış eğitiminin milletle uyuşan ve İslâmî değerleri belli ölçüde sindirmiş bir ordu zihniyetini arzu eden milletimizin umutları hâlâ sönmemiştir. Fakat askerî misyonda laik zihniyet hâlâ hâkim ve güçlüdür. Askerî eğitimdeki anlayışın, pozitivizm taşıyan laik düşüncede ısrar etmesi uzun yılların sancısıdır ve bizim sosyolojimize asla uymamaktadır. Askerî yapıdaki bu uygulama, millet ve asker arasındaki soğukluğun esasını oluşturur. Bu duruma çobanından âlimine, işvereninden işçisine kadar herkes üzülür ve çözümün de askerî eğitimin yerlileştirilmesinde görür.

Askerî eğitimin temel felsefesinin ne olduğu hususunda Islahat ve Meşrutiyet Dönemleri bu yazının konusu değildir. Günümüzü elân meşgûl eden askerî eğitim anlayışının millet nezdindeki hoşnutsuzluklarını cumhuriyetten hemen sonra ve 1946 sonrası Amerikan askerî eğitim kurallarına bütünüyle entegre oluşta aramak gerek. Amerikan askerî eğitim ekolü kabul edilince neleri değiştiğine sayfalar yetmez. Üniforma şekillerinden selâm ve komut sözlerine kadar birçok askerî âdap ve eğitimin aynen tercüme yoluyla alındığını, kışlalarda orduevi düzenlemesinin yeniden yapıldığı erbabının malûmudur.

Dahası var; orduevlerinin daha farklı şekilde içkili, danslı hâle dönüştürülmesi, belli günlerde erata “moral gecesi” adı altında dansöz ve sahne sanatçılarının yer aldığı geceler tertip edilmesi, 1950’den sonra ise tamamen Amerikan Askerî Eğitim kurumlarına staj için subay gönderilmeye başlanması gibi birçok sebepler askerî zihniyetimizi daha da yabancılaştırdı. Böylece askerî kurumlarda ahlâkî yapı da lümpenleşmeye ve milletten ayrı bir askerî zümre ahlâkı oluşmaya başladı.

Kısaca temas edersek; askerî eğitimin Harp Okullarında Atatürkçülük, Felsefe, Türkiye’nin Siyasî ve Sosyal Yapısı, Psikolojik Eğitim gibi derslerinde bütünüyle laikliğe bağlı temel eğitim verilir. Bu anlayıştaki eğitimin her rütbedeki askerden istediği şu şudur: “Laik olacak, dinî ve irticaî düşünce ile mücadele edeceksin.”

Bilindiği üzere cumhuriyetin ilk mecburi askerlik kanunu 1927 yılında yürürlüğe girmiştir. 1923 Yılı sonunda faaliyete geçen Harp Akademileri, son Osmanlı döneminden olduğu gibi, meşhur Alman Goltz ekolünden gelen Alman subaylar ders vermeye başlamıştı. Detaylı bir konu olan Harp Okulları Eğitim müfredatı ve zihniyetinin temelinde Alman askerî faşizminin kural ve anlayışının tesirleri hayli çoktur. 1934’de erata verilmek üzere yayınlanan “Askerin Ders Kitabı”ından ordu aracılığıyla laik-ulusal kimlik telkinin nasıl yapıldığını ve askerî eğitim zihniyetinin sonucu ülke ve rejim üstündeki tartışılmaz müktesebatlarını gösteren şu bölümü ibretle okumak lâzım: “ Asker sen kimsin? SEN TÜRKSÜN! Yeryüzünün en ulu milletindensin; sana anlatacağımız (tarih) denilen yazılar ortada yokken senin milletin doğdu; kanı temiz,yüreği yılmaz, gözü pek yeryüzüne geldi. On binlerce yıl önce öyle yaşadın; yine öyle yaşayacaksın; senin dedelerinin, ninelerinin çok önce kurduğu yurtlar senlikte yeryüzünün cenneti oldular....” ( Serdar Şen, Silahlı Kuvvetler ve Modernizm).

Bir pasajını verdiğimiz bu küçük belge bile askerî eğitimin militarist ve kucağında yaşadığı milletinin kimliğine kadar projelendirmeyi yapan bir zihniyete dönüştüğünü göstermeye yeter. Askerî eğitimin temel şiarı şudur: “Emir, kesinlik, harekât, güç kullanma, Atatürk ilke ve inkılâpları, laiklik, irtica düşmanlığı...”

Bunun yanında askerî bürokrasi, hiçbir sosyolojik gerçekliği “var mı yok mu?” göz önüne almadan resmî ideolojiyi sistemin, kurumların fertlerin vicdanına, şuuruna yerleştirmeyi tepeden inme usullerle gâye edinmiştir. Ayrıca “Ordu-Devlet” kavramı yanlış kullanılıyor. Ordu-devlet kavramı, samimiyetten uzak, içi boş hamaset kültürü ve üslûbu içerisinde bir devlet modeli olarak sunuluyor. Bu, akla ziyan bir anlayıştır. Oysa bu kavramın açıklaması, ülkenin içinde bulunduğu güvenlik şartlarına göre bir teşkilâtlanma şeklidir. Devletin ve hayatın kendisi değildir. Bütün bunlar askerî eğitimin ve bu zihniyetin sivil taraftarlarınca hâkimiyet ve iktidarı kaybetmemek için oluşturuluyor. Bu zihniyet yüzündendir ki, “şânlı ordu”, “darbeci ve millete ağyar ordu” durumuna düşürülüyor.

Bu zihniyet ve tavır tarihî ordu kavramını gittikçe zedeliyor. Ulus devlet projesi gereğince askerî eğitim ve zihniyet de Batılılaştırıldı. Bu zihniyet değişiklik, fikri sorulmayan milletin gönlünde var olan soğukluğu daha da artırdı. Milletten ayrı “kurumsal” ve “egemen” bir zümre intibaı kalplere yerleşiyor artık. Kendi kültür ve zihniyetini oluşturan bir zümre ve kurum hâline dönüşen ordu tabii ki sonuçlarına katlanacaktır. Orduevi, kışla, lojman arasında geçen askerî hayatın toplumla bağları kopuktur. Ülkedeki olup bitenleri burada ve kendi askerî zihniyetinin ürettiği değerlerle bakıp anlamaya çalışmaktadırlar.

Böyle bir eğitim alan asker, milletiyle nasıl uyum sağlayacak? Bunun, psikolojik ve sosyolojik kopukluklara sebep olacağı ya düşünülmemiş, yahut askerî eğitim zihniyeti kesinlikle böyle olacak denilmiştir. Dikkat edilirse askerî eğitimin hizmet ve kışla nizamnamesi, meselenin dış cephesini ihtiva eder. Çalışkan ve disiplinli olmak, görevini titizlikle yapmak, uyanık ve zeki olmak, kurallara riayet gibi... Âmenna! Bu disiplinleri alan askerimiz iyi bir askerdir. Ancak aynı asker zihniyet olarak halkına sosyo-kültürel bakımdan yabancılaşıyor. Aldığı eğitim sonucunda halkına, memlekette bıraktığı aile çevresine, muhitinin insanına psikolojik ve ideolojik ayrılık keskin bir şekilde yerleşiyor ki, en temel problem burada yatmaktadır. Aldığı laik eğitimin oluşturduğu keskin bir doktrinel bakışla ülke yönetimine, toplumun değerleri ve hayat tarzına karşı müdahaleci tavrı bir müktesep hak gibi kullanmaya çalışıyorlar.

Askerî Akademi ve Harp Okullarında mezun olan asker ülkenin gerçek sahibi, hamisi ve bânisi olarak yetiştirilen bir zihniyetle kışlada görev alıyor. Bu zihniyet âcilen değişmelidir. Demokratikleşmeli, millet-i hâkime’nin temel kültür ve medeniyet zeminiyle uyumlu olmalı veya çatışmalı tavır ve anlayışlar izale edilmeli, dahası Askerî Liseler ve Harp Okullarındaki eğitim müfredatı ve psikolojik kurallar bütünüyle gözden geçirilmelidir.

Evvel emirde savaş ve strateji derslerinden önce verilen “Doktrin Dersleri” kaldırılmalıdır. Askerin görevinin ülkeyi yönetmek, rejimi korumak, rejimin esaslarını belirlemek, sivil siyasete ve hükümetlere balans ayarı yapmak, medyayı manipüle etmek olmadığı hususlarında anayasal olarak belirlenmelidir. Askerin görevinin sınırları dış tehlikelere karşı korumak, iç ve dış güvenliği askerî tekçi bakış ve tavra girmeden hükümetle birlikte sağlamak, nihayetinde esas görevi olan askerlik zanaatını geliştirmek olmalıdır. İç Hizmet Kanunu’ndaki askerin görev sınırlarını belirleyen maddeler değişmelidir.

Prof. Dr. Turan Güven Hocanın ifadesiyle, “artık askerlerin şu gerçeği çok iyi bilmeleri gerekir: Hiçbir asker filozof değildir, sosyolog değildir, psikolog değildir ve bilim adamı hiç değildir. İyi bir asker her zaman başımızın tacıdır.” Askerî eğitim ve zihniyet, üstüne vazife olmayan ve asıl görevinden âri düşüren müfredat ve derslerden kurtulmalıdır.

Ayrıca 1960 Darbesi sonrasında da askerî eğitim zihniyeti yeniden düzenlenerek yerlilikten yana yine yara almıştır. 1961’de Askerî İç Hizmet Kanunu’nun eğitim ve kurallarında bazı tâdilatlar yapıldığı malûmdur. Meselâ; 27 Aralık 1965 günlü bir askerî disiplin cezasının kararı hiç de sevimli değildir. “Askerde katıksız hapis cezası, hekim gözetimi altında çektirilen bir cezadır. Halkının büyük bir çoğunluğun başlıca gıdasını ekmek teşkil eden bir ülkede bir cezalının üç gün yalnızca bu gıda ile yetinmek zorunda kalmasını eziyet ve işkence saymak gerçekçi bir görüş ve anlayış olamaz...”

Askerî eğitimin ve zihniyetinin hukuka yansıması sonucu bu ülkede yığınlarca üzücü olaylar olmuş, askerî eğitim ve kışladan buruk dönen binlerce insanımız askerlik hakkındaki kanaatleri değişerek memleketine dönmüştür. Bir misâl: “Askerlik şerefli bir görevdir. Bu şerefin korunması en ağır müeyyideleri dahi haklı kılar. Askerlik şerefine leke sürenlerin, yerine göre hapis, ağır hapis, hattâ idam cezasıyla cezalandırılmaları yeterli değildir...” ( 1966 yılına ait bir askerî karar).

Elbette askerliğin milletle bir olması hâlinde bir şerefi, haysiyeti vardır ve korunmalıdır. İhanet eden de cezasını çekmelidir. Fakat askerlik şerefinin muhtevası ve anlamı nedir, nasıl târif edilmelidir? Faraza asker namaz kılıyorsa, bir dinî vecibesini kışladayken yerine getiriyorsa, hanımı ve yanındaki hanım yakını başını örtüyorsa bu durum askerliğin şerefine halel getirmek midir? Yoksa laik-pozitivist askerlik eğitiminin sonucu bir suç olarak görülen ideolojik bir tavır mıdır? Buna benzer yüzlerce başlıkta halledilmesi gereken daha okuldayken askerî eğitim ve zihniyetten kaynaklanan meseleler vardır.

Askerî eğitim anlayışını tenkit etmek, ordu ve asker düşmanı mânasına asla gelmemelidir. Bu millet ki asırlardır askerini sevmiş ve yanında olmuştur. Ne zaman ki, asker eğitim ve zihniyet bakımından kucağında yaşadığı milletin değerlerini göz ardı ederek Batılı-laik zihniyet ve modelleri benimsemiş, böylece araya soğukluk girmiştir.

Oysa bu millet, askerliği “Peygamber Ocağı” olarak bilir. Erbabı bilir ki bu tâbir, 2. Mahmud’un Yeniçeri’yi kaldırdıktan sonra kurduğu orduya verilen “Asakir-i Mansure-i Muhammediyye” ismine yapılan bir yüceltme ifadesidir. Şedit İttihatçılar bile bu fikri canlı tutmaya, askerî ahlâk ve eğitime bu anlayış üzerinden hâkimiyetlerini sürdürmeye çalıştılar. Mehmetçik tâbiri, Hz. Peygamberin mübarek isminden mülhemdir. Bu millet çocuğunu askere “Küçük Muhammet” diye gönderir. Dahası askerliği bir dinî vecibe gibi görür. Askere gitmeyi hacca gitmek gibi mukaddes bir vecibe olarak saymıştır. 1925 Yılında devrin Gn.Kur.Bşk. Fevzi Çakmak, Diyanet Bşk. Yrd. A. Hamdi Akseki’ye “Askere Din Kitabı” adıyla bir kitap hazırlattırır. Bu tavır, İslâmî değerlere yakın durmanın millet ve ordu bütünlüğünün selameti bakımından faydalı olacağı fikrinin yaşadığını gösteriyordu. İstiklâl Savaşında “din-i mübin-i İslâm” diyen devletlü paşaların ardından topyekun giden milletin dinî değerlerine sarılmanın “kullanışlı” olacağı düşünülmüş.

Maalesef bugün askerî zihniyet, şehit cenazelerinde dinî vecibe ve sembolleri kullanır ve ses çıkarmaz. Fakat şehit ailelerinin bu milleti meydana getirdiğini görmezlikten gelerek başörtüsüne, şehit olan askerin kışladaki dinî vecibelerini yerine getirmesine müdahale eder. Bunun gibi sayısız çelişkiler ister istemez kışlayı ve askerliği sevimsiz hâle getirmektedir.

Mevcut askerî eğitim zihniyeti kendisini daima ülkenin temel meselesi olarak gündemde tutmaktadır. Bu askerî vesayet yüzünden ekonomi, istihdam, işsizlik, sosyal meseleler gibi pek çok konu bu ülkede ikinci plânda kalmıştır. Öyle ki, askerî zihniyet hâlâ soğuk savaş döneminden kalma alışkanlıkları ve doktrinlerini sürdürmekte, “iç düşman, dış düşman” yahut “ iç tehdit dış tehdit” paranoyalarıyla ülkenin normalleşmesini engellemektedir.

Bütün bunlara rağmen, askerî eğitimin milletten yana tâdilat geçireceğini, askerî mantığın da esneyebileceğini, ordunun tarihteki gibi dili bizden, gönlü bizden yeniden sevimli bir müessese sıfatını kazanacağını ümit ediyor ve bekliyoruz.

Çünkü denizden kum bitmek üzeredir. Ülkedeki zihniyet çatışmasının denge ibresi cihet-i askerîyedir. Millete yardımcı olacaklarına ve “hegemonya savaşlarına” son vereceklerine inanıyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi