Aldatan İdeoloji Kemalizm’in Binbir Yüzü-1
M. Kemal’in “Din-i İslâm’ı ve Vatanı Kurtarmak” Üzere Tarikat Şeyhlerine Mektup Yazması
Prof. Dr. Mustafa Kara, “Metinlerle Günümüz Tasavvuf hareketleri” adlı eserinin 85. sayfasında “cihad ve harp terimleri tasavvufta çok kullanılan iki terim olmakla birlikte derviş harp adamı değildir. (...) Bu tesbit, dervişlerle maddi savaşlar arasında bir irtibat yoktur anlamına gelmez. Dervişler, içinde bulundukları toplumun ihtiyacına göre savaşın bu çeşidine de katılmış, ‘hudutlarda gaza bayraklarından alnına ışık’ vuranlar kafilesine de gerektiğinde katılmışlardır” diyor (Dergâh Y. İst. 2003).
Birinci Dünya Savaşında dindar insanlardan, Mevlevî ve Bektaşî dergâhları gibi çeşitli tarikat mensuplarından oluşan Alaylar’ın Çanakkale’de ve Doğu’daki Ermeni-Rus saldırısında son derece aktif görevler yaptığını bilen M. Kemal, liderlerinden biri olduğu millî mücadeleye bu insanların fevkâlade yardımı olacağını biliyordu. Erzurum ve Sivas Kongrelerine çok yakın günlerde Heyet-i Temsiliye’nin kurulup nizamnamesinin yazıldığı ve memleketin topyekun bir istiklâl savaşına gebe olduğu günlerdi. Kazım Karabekir’in Doğu’daki askerî gücünün yanında manevî itibarının da desteğiyle nüfuzlu din adamlarının delege kaydedilerek Erzurum Kongresi’ne başkan seçilen Heyet-i Temsiliye Başkanı M. Kemal, kongre sonrası alınan kararlarları ve yapılacak diğer faaliyetleri haberdar etmek ve desteğin devam etmesini sağlamak maksadıyla birçok nüfuzlu şeyh ve tarikat önderlerine İslâmî terminolojiye titizlikle uyarak mektuplar yazar.
1923’den itibaren yavaş yavaş, 1925’den hızla değişerek laik-Batılılaşmaya kayan, bin yıllık İslâmî değerleri redd-i miras ve ılga eden, sonra asıl niyetini uygulamaya koyan M. Kemal’in 13 Ağustos 1919’da yazdığı mektuplardan birkaçını sadeleştirilmiş özetini yaparak, makyavelist siyasetinin ve akıl almaz değişikliğinin sadece bir cephesini göstermek istiyorum. İlk mektup Nurşinli şeyhlerden Şeyh Ziyaeddin Efendi’ye hitaben yazılmış:
“Ziyaeddin Efendi Hazretlerine;
Faziletli Efendim
Zât-ı fazılanelerinizin (ilim irfan sahibi ve alicenap) Umumi Harpte Osmanlı ordusuna ifa eylemiş olduğunuz değerli hizmetlerinize ve makam-ı muallâ-yi hilafet ve saltanata göstermiş olduğunuz kalbi rabıtaya yakından muttali bulunuyorum. Bu sebeple zat-ı âlinize kalpten pek büyük hürmetim vardır. Bugün makam-ı hilafetin, saltanat-ı Osmaniye’nin ve vatan-ı mukaddesimizin düşmanlarımız tarafından nasıl rencide edilmekte ve Şark vilayetlerimiz Ermenilere hediye edilmesinde ısrar olunmakta olduğundan haberdarsınız. İstanbul’daki hükümet bu düşmanlara karşı aciz kalarak millet ve memleketi müdafaa edememekte olduğu ortadadır. (...) Her tarafta teşekkül eden millî ve vatanî cemiyetlerin delegelerinden mürekkep Erzurum’da toplanan bir kongreyle Şarkî Anadolu Müdafa-i Hukuk Cemiyet teşekkül etti ve millî birliğimizi dahil ve harice karşı temsil etmek üzere Heyet-i Temsiliye kabul edildi. Buna dair beyanname ve nizamnameden çok yüce zatınıza takdim ediyorum. Zat-ı âlinizin cemiyetimizin en muhterem azasından bulunduğunuz cihetle cümlece müsellem olan himmet ve gayretlerinizin teşkilatımızın o havalide muzır düşman telkinlerinin izalesine yardım ve katkısı olacağından mutmainim. Birkaç güne kadar Garbî Anadolu ve Rumeli’den gelecek olan delegelerle umumî bir kongre Sivas’ta yapılacaktır. Cenab-ı Hakk’ın avn ü inayeti ve peygamber-i zişanımızın feyz ü şefaati ile umum milletimizin bir noktada müttehit (birlik olma) olduğunu ve hukukunu müdafaaya kadir bulunduğunu cihana göstereceğiz. Yakında Meclisi açtırmak ve millete bağlı kuvvetli bir hükümeti iktidara geçirerek vatanı selamete çıkarmak gerçekleşecektir. Muhabbet ve hürmetlerimin kabulünü rica ve o havalideki bilcümle vatandaşlarıma selâmlar ithaf eylerim Efendim Hazretleri. İmza: Sabık Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal” (Kara, a.g. e., s. 83-84).
M. Kemal’in aynı tarihte Bitlisli Küfrevîzâde Şeyh Abdülbaki Efendi’ye yazdığı mektubun sadeleştirilmiş özeti de şöyle:
“Bitlis Küfrevîzâde Şeyh Abdülbaki Efendi Hazretleri
Faziletlû Efendim,
Zat-ı fâzılanelerinin Bitlis’te olduğunuzu tahmin ediyorum. Makam-ı muallâ-yı hilafet ve saltanatın, vatan ve milletimizin içinde bulunduğu müşkül vaziyet malûmunuzdur. Senaverleri (sena eden, öven) milletimizin bugünkü felaketin içinden çıkacağı güne kadar milletle beraber ve milletin içinde çalışmağa hasr-ı vücut etmekten başka şiar-ı hamiyet olamayacağı kanaatiyle derhal askerlikten istifa ettim. Erzurum Kongresi’nce takarrür ettirilen esasları takdim ediyorum. O havalide düşmanlarımızın her türlü muzır telkinatına set çekmeleri müsellem olan hamiyet ve vatanperverliklerinden intizar olunur. Arz-ı hürmet ve muhabbet eylerim Efendim Hazretleri. İmza: Sabık Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal” (Kara, a.g.e., s. 84).
İstiklâl Savaşında Dindar, Sonra Batıcı-İngilizci
M. Kemal’in yine aynı tarihte devrin en nüfuzlu şeyhlerinden Şeyh Mahmut Efendi Hazretlerine yazdığı mektubun özetini de okuyunca, milletin topyekun savaşa katılmasını sağlamak için her çâreye başvurduğu anlaşılacaktır. Şüphesiz cemaatlerin liderleri olan din adamlarını heyetlere katmak, meclislere dahil ederek İstiklâl savaşının birlik ve beraberlik ruhunu oluşturmak son derece doğru ve tabii bir siyasettir. Ancak İstiklâl Savaşından iki yıl sonra bu ruh ve mâna birdenbire çekilip atılacak, milletin mayasını oluşturan değer ve dinî şahıslar bir bir ekarte edilecektir. Kemalist kadro 1920’li yıllarda dindar görünüp bir süre sonra koyu makyavelist taktiklerle asıl Batıcı-İngilizci düşüncesini ve programını ortaya koyacaktır. Bu iki yüzlülüğü mektubu okuyunca daha iyi anlıyoruz.
“Şeyh Mahmud Efendi Hazretlerine
Faziletlû Efendim,
....Hilâfet ve saltanatın izmihlâline ve vatanımızın Ermeni ayakları altında çiğnenmesine ve milletimizin Ermenilere esir olmasına rıza gösterecek hiçbir Müslüman tasavvur edilemez. (...) Milletten kuvvet alamayan ve esir vaziyetinde bulunan hükümet-i merkeziye aczden başka bir şey gösterememektedir. Milletin yekvücut olarak kuvvet ve kudretini cihana göstermesinden başka kurtuluş çâresi kalmamıştır. Bu sebeple resmî sıfatlarımdan istifa ederek tam istiklâl sağlanana kadar milletle beraber ve milletimin içinde çalışmağa karar verdim. Zat-ı âlileri gibi fedakâr, vatanperver dindaşlarımın benimle beraber çalışacağınıza mutmainim. Erzurum Kongresi’nce karar altına alınan beyanname ve nizamname takdim ediyorum. Yakında Sivas’ta toplanacak olan umumî bir kongre ile de daha nâfi ve kat’î netice elde edileceği şüphesizdir. O havalide İngilizlerin iğfal edici telkinatının önüne geçilmesi pek ziyade lâzımdır. Cenab-ı Hak cümlemize başarılar ihsan buyursun. Gözlerinizden öperim Efendim. İmza: Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal” (Kara, a. g. e., s. 85).
M. Kemal’in, aynı zamanda şeyh olan Mutki Aşiret Reisi Hacı Mûsa Efendi’ye yazdığı mektubundaki şu bir cümle dahi “İslâmcı” görünme taktiklerine başvurduğunu gösteriyor:
“Cenâbı Vahibul’âmal Hazretlerinden vatan ve milletimiz için hayırlı akıbetler niyaz eder ve sizi lerin gözlerinden öperim.” ( A. Kasapoğlu, Atatürk’ün Kur’an Kültürü, İlgi Y., İst. 2006).
Dahası var; Irak’ta birçok aşiretin üstünde nüfuz sahibi olan şeyhülmeşayih (şeyhler şeyhi) Şeyh Uceymi Paşa, Birinci Dünya Savaşında İngilizlerin büyük maddî teklif ve tehditlerine rağmen sadakatle Osmanlı safında ciddî mücadele vermiş birisidir. M. Kemal, onun vasıflarını ve tesirini iyi bilmektedir. 15 Haziran 1919’da Şeyh Uceymi’ye mektup yazar. Mektubunda Türk ve Arap milletlerinin dağınıklığı ve zaaflarının Muhammed ümmetine zarar verdiğini, ümmetin istiklâli için mücadele vermenin “farz-ı ayn” olduğunu ifade eder:
“....Mukaddes Hilâfet makamı etrafında toplanarak kâfirlerin esaretinden yakamızı kurtarmaya yönelik mücadelemizde asil şahsiyetinizle birlikte olduğumu arz ederim. Bu mevzudaki âli fikirlerinizin 13. Kolordu vasıtasıyla bildirilmesi suretiyle fikir teatisinde bulunmayı asil fikirlerinize bırakarak samimiyetimi takdim ederim. İmza: Üçüncü Kolordu Müfettişi Mustafa Kemal” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Y. cilt:2, s.378, İst. 2003)
Millî Mücadelenin hızlandığı 29 kasım 1920’de M. Kemal, Irak’taki Necef Arap Hükümeti Heyeti’ne yazdığı mektupta “Din ve Millet Mücahidi Alelazm Efendiler Hazretleri” diye başlar söze. “Uzak memleketlerdeki mümin kardeşlerim” diyerek devam eder. Heyetin kendisine gönderdiği mektuba memnun olduğunu, bu mektubun muhabbet ve bağlılıkta tam bir iman ve sevgi bağı anlamına geldiğini ifade eder. Şeyh Sunusi’ye vazife verdiğini anlatır: “...Afrika kıtasında milyonlarca manevî evlâdı olan kadri büyük Şeyh Ahmed Şerîf Sunusi Hazretleri de Musul’a doğru hareket etmişlerdir. Muhterem mücahit Uceymi Paşa’nın (şeyhülmeşayih) mücahede harekatını başlatmak üzere Kerkük’e gidiyor. Iraklı din kardeşlerimizin ulvi maksatlarına nail olmaları için elden geleni hiçbir vakit sakınmayacağımızdan katiyen emin olunuz. İmza: M. Kemal” (S. Sonyel, Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, cilt:1, s. 189, Türk Tarih Kurumu Y. 1986, Ank.).
Kemalizm Baştanberi Makyavelistir
Kemalizm’in taktiklerinden sadece biri olan mektupların dili de gösteriyor ki, bu asil milletin sadâkatine, “önder”leri sâdık ve samimi kalmamışlar. Bâzı sağcı ve Atatürkçü tarihçiler, M. Kemal Millî Mücadele sırasında İslâmcı ve muhafazakar görünmesinde samimiydi, diyorlar. Belgelerle sabittir ki, bu görüş yanlış.
Dış baskıyla çevresindeki bir kısım Batıcı askerî ve sivil kadronun tesiriyle, ilk TBMM açılışında alınan kararlardan birkaç yol sonra vazgeçmek zorunda kalmıştır, diyenlerin fikirleri hiçte inandırıcı değildir.
M. Kemal, 1920 ve 1922 yılları arasındaki görüşlerinde samimi olsaydı şayet, dış baskı ve içerideki Batıcı kadronun tesiriyle değişmesinin asla mümkünü olmazdı. Çünkü “Din-i İslâm’ı kurtarmak” mânasınca yola çıktığı kadro kemmiyet ve keyfiyet bakımından daha güçlüydü. M. Kemal’in büyük yetkilerle donatıldığı kurucu dönemde, Lozan’da dayatılan bâzı şartlar hariç, İslâmî değer ve müesseselerin korunması yolunda ilk mecliste başlattığı fikirlerle devam etme imkânı son derece yüksekti.
Batının, hilâfet hariç, dahili sosyo-kültürel düzenlemelere sanıldığı kadar müdahale etmediği belgelerle sabittir. Şu halde 1925’den sonra başlayan bir kısmı provokasyon ve mizansen olan sözde”irtica” ve “isyan” ların Batıcı devrimleri yerleştirmeye bir vasıta olarak kullanıldığı apaçıktır. Yani Kemalizm asıl niyetini uygulamak için sebep ve bahaneler üreterek devrimlere yol açmıştır. Dolayısıyla M. Kemal Millî Mücadelede İslâmcı görünmesinde samimiydi, sonrasında değişmiştir tezi yanlıştır ve hiçbir tutarlılığı yoktur.
M. Kemal’de, kadrosu da istiklâl savaşının neticesinde kurulacak devletin kendi istikametlerine çevrilebilirliğini hesap ettiklerinden Müslüman milletin damarlarından girmişlerdir. Söylemlerinde ve inançlarında samimi değildiler. Bu bakımdan Kemalizm baştan beri siyasette makyavelist, zihniyet olarak laik din anlayışına sahipti.
Yakın tarih doğru yazılabilirse şayet, şu hakikati tescil edecektir: Defalarca aldatan Kemalizm ve aldatılan da millet olmuştur...