Tanrılar ve Generaller Efsanesi
Tarihî efsane ve destanlar anlatan bir kitap okumuştum: “Aksakalın Dilinden Askerî Efsaneler Tarihi.” Okuduğum efsanenin birinin konusu hâlâ aklımda: “Tanrılar ve Generaller Efsanesi.”
Üslûp olarak Dede Korkut Efsanelerine benziyordu. Konu uzun ve sürükleyici. Efsanenin anlatıcısı bir aksakal var. Onun anlattıklarının bir kısmını şu ağustos sıcaklarında serinlik verir niyetiyle paylaşmak istiyorum.
“Ey evlât! Biz ki diyâr-ı Asya tarafında bir ülke ve millet idik. Gel zaman git zaman ülkemiz öyle oldu ki, generallerimiz hükümferma olup özünden ve töresinden koptular. Aynen pagan tanrılar gibi olmaya ve kendilerini öyle hissetmeye başladılar. Şüphesiz ki tanrılardan maksat, hâşâ tek yaradan”Rabbimiz” değildir. Gücüne tapınılan maddî ve metafizik makam, iktidar, yetki, rütbe, otorite vb. statülerdi.
“Generaller, rütbelerinden elde ettiği güçle tanrılaşan insanlara dönüştüler. Duyduk ki, general sıfatı, İngilizce ‘Cenırıl’ kelimesinden taklit edilmiş. ‘Genel komuta o kişide’ demekmiş. Bunlar diyâr-ı Frengistan taklidi cumhuriyet devrimlerini cebren ve hile ile ülkemize dikte ettiler. Altı asırlık “paşa” mızı bir çırpıda “general” yaparak laik-ulusalcı kimliklerine uygun hâle getirdiler. Dahası bin yıllık irfan ve medeniyetimize olan aidiyet değerlerini ılga ettiler.
Çünkü general tanrı-kraldı, iktidardı, devletin kendisiydi. Din ve töreden arındırılmış Laik Beyaz Cumhuriyetin kurucusu, yani hâmi ve bânisi idi bu generaller. Asırlardır Asya’da devletlü büyüklerden biri olarak bilinen bizim “paşa”mız zarfıyla ve mazrufuyla general yapıldı. Binbaşı, yüzbaşı, üsteğmen, başçavuş, çavuş, onbaşı gibi rütbelerin niçin İngilizce’si ile değiştirilmediğini sonradan öğrendik. İngiliz ve Frengistan diyarından mülhem general rütbe ve kelimesinin karizmasına şirk, yani ortak koşulamazdı. Diğerleri ancak iktidar tanrılarının, yani generallerin dişlileri olabilirdi ancak.
“Bir müddet sonra iktidar ve güç öznesi olarak generallik Aral ile Hazar arasında psikomatik bir sevdaya dönüştü. Generaller, pagan tanrılar gibi totaliter ve emreden bir ruh olarak ilelebet hükümferma olmaya başladılar. Generaller kutsanır mı demeyiniz? Kutsanmalıydı. Öyle istiyorlardı. Kışlalarda ve Yankara’da yapılanlar neyin nesiydi?
“Bazı generallerin çeşitli ruh halleri vardı. Meselâ köpeklerine, karılarına, konaklarına, bakımlı atlarına cephedeki askerden daha çok önem verirlerdi. Kendilerince oluşturdukları askerlik ruhuna inanırlardı. Askerlik ruhunun başruhanileri idi. Yazık ki şehit anaları için askerlik ruhu nasıl bir ruhtu? Bunları bilemediler.
“Ravîlerden duyduk ki diyâr-ı Frengistan’ın en güçlüsü olan İngiliz Savaş Dairesi Başkanlığında makineli tüfeğin icadını görüşen generaller şu karara varmışlar: ‘Bu silahın savunmaya yönelik olduğunu, askerin saldırgan ruhunu kesinlikle öldüreceğini, bir askerin sahip olduğu in önemli erdemlerden biri olan saldırganlık ruhunu yok edecektir.’
“Sonunda ecnebi generaller makineli tüfeğin reddedilmesine karar vermişler. Bizim Kazıklı ve Darbeci Generaller de onlara özenerek işi iyice azıttılar. ‘Askerlik devletin mi, yoksa milletin mi bir parçasıdır?’ Sualinin sorulmasında hiç hoşlanmaz oldular. O sıralar ülkemizde düşük yoğunluklu bir savaş yaşanıyor ve her gün şehit cenazeleri geliyordu. Bu şedit generallerin bir başı vardı; kalktı ayağa, ‘şehit annelerin feryatları mücadeleye katkı sağlamaz, toplumdaki ayrışmayı besler, askerlikten soğutur’ dedi.
“Ey evlât! Demek ki, bütün pagan tanrılar gibi bazı generaller nekrofildir, yani ölüsevicidir. General mantığı ve aklı, şehit annelerin feryatlarının terörle mücadeleye katkı sağlamadığı sonucuna varmış. Bilakis toplumdaki ayrışmayı besler, dahası askerlikten soğuturmuş. Askerlikten soğumak ne demek? Hâşâ dinden çıkmak mıdır? Ülke ekonomisine zarar vermek midir? Aile ve namusu reddetmek gibi bir şey midir? Böylesine hastalıklı ve nekrofili kokan bir sözü ancak diyâr-ı Frengistan’ın çılgın heriflerinden Nietzsche ve Hitler söyleyebilirdi.
“Geçenlerde çok üzüldüğüm bir havadis getirdiler. Bir general, kucağında yaşadığı ve vergileriyle maaş aldığı Kara-Oğuz milleti hakkında şöyle demiş: ‘Hoça olağanüstü güzel, Atavizmin yaşandığı bir belde. Bir de türbanlı göremiyorsunuz., çarşaflı yok. Ayrıca bu çağda kurban olur mu? Ne biçim âdettir bu. Böyle kıroluk olur mu? Kurban kafalarını çam ağacına asacağız. Bunlar tek bir şeyden anlar. Devrimler ve güçten başka bir şey olmaz. Bunlarla hesaplaşma güçle olur. Bizim bayramımız, laik-sosyal hukuk devletimizdir ki, sonsuza dek yaşayacaktır. Bizim bayramımız budur. Arab’ın bayramını bayram kabul etmiyorum. Bu Kara-Oğuz halkı ne karaktersiz ki, kandil oldu mu, bin tane mesaj geliyor.’
“Geçenlerde yahşi ve yürekli bir ozan bir generale şöyle demiş: ‘Bana bak general! Yüzüme iyi bak! Çünkü general, benim çocuğum da bana benzeyecek. Aklında tut yüzünü. Er ya da geç senin torunun benim çocuklarımdan özür dileyecek.’
“Sonrası malûm, evlât! Adamı hop ederek götürmüşler. Çok üzülüyorum bunların yaptıklarına. Fakat çâre yok. Dedem Korkut gibi birinin çıkıp bu generallere nasihat eylemesi gerek. Acaba diyorum, generaller Asya’nın Kara-Oğuz halkından özür dilerler mi? Nedâmet gösterirler mi? Tövbe istiğfar ederler mi? Ağlarlar mı? Generaller ölürken son sözleri ne olur?
“Benim gibi, generaller şehri Yankara’dan uzak bir dağ köyünde yaşayan yahşi ozan C. Koytak’ın bir şiirini okudum da çok kederlendim. Şiirde bir ana bir generale soruyor: ‘Koca bir orduyu / Ve kesin bir zaferi general / Mareşal nişanıyla birlikte / Değişmez miydiniz / Tanrı, gizlice sorsaydı size / Değişmez miydiniz doğru söyleyiniz / Şakağına bir tek kurşunla / Meşum bir delik açılmış / Gencecik oğlunuzun canıyla / Söyleyin de duyalım, komutan / Söyleyin de bilelim / Görev duygusu nasıl bir şeymiş.’
“Düşündüm de ey evlât! Bu mısraları okuyabilir mi generaller? Yürekleri yanında mıdır? Haksızca öldürülen gencecik evlât duygusu, görev duygusuna galebe çalar mı?
“Ocaklar söndüğünde, gencecik insanlar öldüğünde generaller ne yaparlar? Ne hissederler? Vakitlerini nerede geçirirler?
“Cevabını yine yahşi ozan C. Koytak’ın şiirinde bulmuştum: ‘Bir general her şeyi göze alıp biz ölümlüler gibi / Sokağa çıkarsa / Bastonunu kaçırır hemen / Sokağın küçük oğlanları / Bembeyaz barikatlarına takılır / Generalin dikenleri madalyaları / Bu yüzden generaller sokağa çıkamazlar / Sokağın üstündeki sahanlıktan geçip gider helikopterle teyyareler.’
“Çünkü pagan tanrılar gibi generaller de nokrofiliktir; ölümseverdirler. Ölüyü severler, ne kadar çok insan öldükçe Aral ile Hazar arasında, generalin gücü o nisbette artar ve iktidarı sürer. Yaşasın ölüm! Yaşasın savaş! Generaller biyofil, yani hayat sevici ve yaşatıcı değildirler. Yaratılanı severiz yaratandan ötürü sözünü bilip inanmazlar.
“Diyâr-ı Rum’un cenûbuna düşen Suriye ülkesinin şahbaz dilli ozanı Nizar Kabbani boşuna ‘Horoz’ dememiş bu generallere. Şiirinden bazı mısraları teganni ederek generalleri nasıl tasvir ettiğini sana anlatayım ey evlât!:
‘Mahallemizde kan dökücü sadist bir horoz var / Her sabah mahalle tavuklarının tüylerini yolar / Tan ağarırken bağıran bir horoz var / Gece gündüz tepemize biner / Tektir o ölümsüzdür / İktidar sahibi zorbadır o / Mahallemizde / Zalim, faşist, Nazi kafalı bir horoz var işte / Tankla çaldı iktidarı / Pençesini özgürlüğe ve özgürlükçülere uzattı / Tarihin getirdiklerini ılga etti / Çocukların doğumlarını ılga etti / Milli bayramlarda general elbisesi giyen / Bir ırkı yiyen bir horoz var / Bütün marifeti / Altılı tabancasının ateşini / Kelimelerin başına boşaltmaktır / Mahallemizde sinirli çılgın bir horoz var / Camiin minaresinden haykırır: Kendimi ulularım ey, kendimi ulularım / Devlet de benim, kanun da / Nasıl gelsin bize rahmet yağmuru / Nasıl yetişsin buğday / Üzerimize hayır nasıl inip de berekete boğsun bizi / Allah’ın ahkamıyla yönetilmeyen / Horozların hüküm sürdüğü bir yurt iken burası / Ülkemizde horozun biri gider, biri gelir / Tuğyan aynı tuğyandır / Ey efendimiz horoz / Ey milletin generali / Ey meydan erkeği...’
“Ey evlât! Acaba, generallerin ruhu merhametle, sevgiyle, millet değerleriyle uyuşur mu? Frengistan’dan bulaşmış olan laikleşmiş askerlik ruhu, Asakir-i Kara-Oğuz ruhundan izler taşır mı? Gönlü var mıdır generallerin? Bir mübarek gurbet türküsü dinleyince gönülleri sızlar mı? Öğrenmeyi çok isterdim.
“Geçenlerde, Kara-Oğuz bile olmayan ne idüğü belirsiz ayyaş Tomanbay bile generaller şehri Yankara’da kendinden geçip bir nida koparmış Yürük Semâi makamından:
“Generaller uludur, generaller uludur! Haydi tapınmaya...”
Hâsıl-ı kelâm; adı geçen kitap da edebî değeri yüksek tarihin derinliklerine çekici efsaneler var.