Deccalizm cereyanı
Zamanımızı Deccalizm fırtınaları sarsmakta, dalgalandırmaktadır. Deccalizm, bâsit bir sosyal hâdise, gelip geçici bir fitne rüzgârı değildir. Asrımızı ve gelecek devri çalkalayan, insanları mânâ âlemlerinden koparıp, maddenin, nefsin, enâniyetin, şehvetin vadilerinde koşturan müthiş bir kasırga, dehşetli bir fırtınadır.
Onun temelleri, 1789 Fransız İhtilâl-i kebîrine, ondan sonra da 1850’lerde başlayan “ateist pozitivizm”e ve “Ateizm”e dayanır.
Şöyle iddiâ ediliyordu: “Artık dine, mânevî değerlere ihtiyaç yok. İnsanlığın bütün ihtiyaçlarını, suâllerinin cevabını akıl, fen ve felsefe ile cevaplandıracağız.” Nietzsche, Hegel, Fuerbach, J. Paul Sartre, Heidegger Rönesans’tan sonra kuvvet kazanan ateizmin temsilcilerindendir. Tabiatperest olan ateistler, “Tanrı ölmüştür” diyerek, mâneviyeta savaş açmışlardır.
1791’de Olympe de Geuges’in Kadın Hakları Beyannamesi ile, Feminizm nükseder. Kadınlık imajı, birinci plândadır. Kadınları yuvalarından çıkarıp sokaklara döker. Gerçi, “feminizm”, Kilise’nin, kadını insan yerine koymayıp “şeytan” saymasına ve 1830’lara kadar Batıda süren “beyaz kadın” ticâretine bir tepki olarak doğdu. Fakat, kapitalizmin, metaryalizmin, ateizmin, Freudizm’in kuvvet vermesiyle, çığırından çıkarılmıştır.
Agusteizm’in, materyalist düşüncenin hemen peşinden Freudizm çıkar. Viyanalı Yahûdi Dr. S. Freud, herşeyi “nefse, şehvete” bağlar; ulvî duyguları inkâr eder.
Hemen peşinden Darwinizm gelir: Darwin İngiliz biyoloji ve tabiat bilginidir. 1859’da, “Nevilerin Menşei” isimli kıtabıyla, insanlığı Hâlık-ı Kâinat’tan koparmaya çalışır; varlığı tabiata, tabiî selleksiyona, evrime, tesadüflere bağlar...
Ardından Marksizm çıkar: Alman Yahudisi Karl Marks ve arkadaşı Engels, dine “afyon” der, mâneviyata savaş açar; ahlâkı kökünden ifsat eder. Lenin ise, bu düşünceyi geliştirirsek pratiğe geçirir. O sıralarda Sosyalizm zaten devrededir. Çeşitli versiyonlarıyla, “materyalizm”in hâmîliğini üstlenmiştir.
Buna paralel olarak Komünizm denen büyük Deccal, bütün gücüyle tahribatını sürdürmekte, mânâ adına ne varsa, söküp atmaktadır.
İşte bütün bu “izm”lerin birleşmesinden “Deccalizm” meydana geliyor. Hangi isim ve “izm” altında olursa olsun, bu akım, bu cereyan, mânevî hiçbir şeyi kabul etmiyor. Varlığının sebebi de, onlara karşı savaş açmaktır. Bu akımın Türkiye’deki yansımasını da şöyle tasvir ediyor Bediüzzaman:
“...Bin üç yüz otuz sekizde Ankara’ya gittim. İslâm ordusunun Yunan’a galebesinden neşe alan ehl-i îmanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. ‘Eyvah!’ dedim, ‘Bu ejderha îmanın erkânına ilişecek.’ O vakit, şu âyet-i kerîme bedahet derecesinde Vücud ve Vahdaniyeti ifham ettiği cihetle, ondan istimdat edip, o zındıkanın başını dağıtıcak derecede Kur’ân-ı Hakîm’den alınan kuvvetli bir bürhanı, Arabî bir risâlede yazdım. Ankara’da Yeni Gün Matbaasında tab’ ettirmiştim. Fakat, maatteessüf, Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir sûrette o kuvvetli bürhan tesirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu...”
Dipnot:
1- Lem’alar, s. 132.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.