Tuzağa, kuranlar düşsün!
Gelişen hadiselere bakıldığında, Türkiye’nin önünü tıkamak ve ufkunu karartmak için ciddî planlar yapıldığını söylemek gerekir. Hiç olmadığı kadar terörün azdırılması, umulmadık yerlerde umulmadık kışkırtmaların yaşanması her halde tesadüf değildir.
Dağlardaki askerî karakollara saldırı ile başlayan yeni tuzak planı, şehirlerdeki polis karakollarına saldırı ile devam ediyor. Bu defaki tuzağı hazırlayanlar halkı da işin içine katmak için her halde daha ince planlar yapmış. Çünkü bazı ilçelerde meydana gelen ‘kavga’lardan, tam bir kargaşa meydana getirip ‘linç’ manzaraları oluşturmak istedikleri akla geliyor.
Bu hadiseleri ‘tuzak ve provokasyon’ olarak isimlendirmek belki kolaya kaçmaktır, ama başka türlü nasıl izah edilebilir ki? Üstelik, bugün yaşanan hadiselerin meydana gelebileceğini aylar önceden tahmin edip Türkiye’yi idare edenleri ikaz edenler bile olmuştu. Kavga ve kargaşa meydana gelen il ya da ilçelerin tesadüfen seçilmediği de anlaşılıyor.
Bir yandan ‘çok önemli bilgiler’ bir şekilde kamuoyu ile paylaşılıyor, öte yandan bu bilgilerin tartışılmasını engellemek için terör tırmandırılıyor. Başka ülkelerde olsa ‘yer yerinden oynatacak bilgiler’in Türkiye’de gazete manşetlerine taşındığı halde tesiri sınırlı kalıyor. Meselâ, Heron uçaklarıyla ilgili olarak başlayan tartışma nasıl bir neticeye vardı? İtham edilenler hakkında kamuoyunu tatmin edici bir açıklama yapılabildi mi? Sürdüğü ifade edilen ‘inceleme ve araştırma’dan âdil bir karar çıkabilecek mı?
Yurt dışında yaşayan ve Taraf’a açıklama yapan (27 Temmuz 2010) bir ‘avukat’ın söyledikleri de dikkat çetici. Bilhassa terör örgütü ve onu idare eden ‘tepe yönetimi’ ile ilgili ifşaatlar çok sarsıcı, ama ülke gündemi ‘terör saldırıları’ ile meşgul olduğu için bunlar tartışılamıyor bile...
Bundan önce olduğu gibi bu ‘tuzak’ların da ortak bir yönü var: Bazı safdiller provoke ediliyor ve asıl ‘suçlu’lar en azından şimdilik ortaya çıkarılamıyor. Aslında ‘kavga’nın temelinde “başkasını yutmakla beslenen ırkçılık” hastalığı var. Kimileri bunu örtmek için “milliyetçilik” simidine sarılıyor. Ülkemiz için en tehlikeli olan ‘hastalık’ budur. Kişileri ‘iş’lerine göre değil de, mensup oldukları kimlikleriyle sorgulamak... Ya da birisinin hatası sebebiyle bütün bir aileyi, ili ya da bölgeyi suçlamak. Maalesef bazı ‘makul’ bilinen yöneticilerin de bu tuzağa düştüğüne şahit oluyoruz. Geçenlerde, bir dönem bakanlık dahi yapmış olan bir siyasetçinin “Yakında ‘biz’ azınlık olacağız” türü sözleri başka nasıl izah edilebilir?
Yaşananların bir ‘tuzak’ olduğunu bilmek ve ona göre davranmak durumundayız. Çünkü bu tuzağa düşmek, Türkiye’de yaşayan hiç kimseye bir fayda vermez. Birlik, beraberlik ve kardeşliğe her zamankinden daha fazla muhtacız. Bu da sadece ‘söz’lerle değil, icraatlarla ortaya konulabilir. Bulunduğumuz her ortamda, birlik ve beraberliği berhavâ edecek söz ve tekliflere itiraz etmek durumundayız.
Her zaman olduğu gibi fiilî ve kavlî duâyı da unutmayalım: Allah’ım, bu tuzağa, kuranlar düşsün. Âmin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.