Ömür Uzatır Uzungöl
Ömür uzamasından kastımız; başlangıcının ve sonunun; nerede, ne zaman, nasıl başlayıp, nasıl biteceğini, sadece Allah’ın bildiği ömrün uzaması değildir. İnsanoğluna hediye edilen ömrün, bereketli ve anlamlı kullanılmasıdır.
Bu satırları kimler nerede, ne zaman, nasıl bir atmosferde okur bilemem. Çünkü her yazının okunduğu ortam ve zamanlar farklıdır. Ayrıca her yazı, yazarın psikolojisine göre okunmamalıdır. Okuyucu tarafından beğenilen ve beğenilmeyen yazılar, okuyanın meseleye uzaklığı veya yakınlığıyla ilgilidir. Bu lafları, bu ve bundan sonraki yazılar için ediyorum.
Bir haftalık Karadeniz turundaydım. Tatilin ya da gezinin Uzungöl kısmı, ömrüme ömür kattı. Daha sonra çok kısa Trabzon ve iki gün de Giresun konaklamam oldu. Bu bir haftayı yaşarken tasarladığım yazılar, hayali planıma göre belki altı ay sürecek yazılardı.
Çünkü gördüğüm her şey ve dinlediğin her hikâye, ayrı bir yazı konusuydu. Birçoğunu not alırken, birçoğunu da zihnime not etmiştim. Yani canım ülkem, esasında bir Cennetti ve ben de bu Cennetin içindeydim. Böylesine his ve duygularla bir hafta geçirdim.
Büyük şehirlerin insanı gerçekten çileden çıkarttığını gördüm. Özellikle siyasetin insanı insanlıktan nasıl çıkardığını hatta en vahşi hayvandan bile tehlikeli olduğunu, nasıl bir fitne ve fesat kazanı içinde erittiğini anladım ve bildim.
Meğer korkusuzca ve güven içerisinde yaşamak ne büyük bir nimetmiş. Koca şehirlerin başlıca vazgeçilmezi olan; “endişe, korku, şüphe, kazanma ve kaybetme hırsı ile haset ve şiddetin,” insanı hayvandan daha aşağı bir mahlûk haline getirdiğini gördüm.
Tüm dünya insanlığının ortak dili olan “tebessümün” dahi büyük kent insanları arasında; “Acaba ne isteyecek ve nasıl bir menfaat umacak” olarak anlaşılmasının ne kadar çirkin ve gayri insani bir davranış olduğunu anladım. Buralarda insanlar birbirine selam verince “ikramlaşırken,” büyük kentlerde selam alıp vermekten neden kaçtıklarını öğrendim.
Müslüman bir kimliğe dair tüm dini ve milli değerlerin büyük şehirlerde nasıl yok edildiğini ve yerine tahrif edilmiş, tarumar edilmiş, altüst edilmiş; kişilerin menfaatlerine, cüzdanlarına, nefislerine göre uygun olabilecek yeni değerler üretildiğini müşahede ettim.
Evet, ülkemizin her yanı Cennet güzelliğinden birer parça. Her bölgenin, her yörenin, insanıyla birlikte doğası çok farklı güzelliklere sahip. Dünya coğrafyası üzerinde dört mevsimi yaşayan ülkeler çok azdır. Bundan da ötesi yine dünyanın envai çeşit yiyecek ve içeceğini bağrında barındıran kara parçası da azdır. Ve tüm güzellikler bizdedir.
Mesela atalarımız Osmanlı’nın “yerleşme, yaşama ve eğitim” merkezi olarak tespit ettiği bütün noktalar; istisnasız, ormanlarla kaplı dağlar, dağ etekleri, yaylalar, deniz, akarsu, göl ve oksijeni bol yerlerdir. Susuz, ormansız, oksijensiz, yeraltı veya yerüstü madensiz bir tek yer yoktur ki, orada Selçuklu ve Osmanlı olmasın.
Karadeniz’den Ege’ye, Ege’den İç Anadolu’ya, İç Anadolu’dan Akdeniz’in kıyı ve içlerine kadar, metre metre tanzim ve tespit edilen Osmanlı beldelerinin tamamında, Yüce Yaratıcı’nın insanoğluna sunduğu imkânlar var ve atalarımız bu imkânları çok iyi kullanmışlar.
Bir de bu güzel Cennet beldelere kaybettiğimiz topraklarımızı ilave edersek, ne demek istediğimiz daha net anlaşılır. Balkanlar bugün tüm dünyanın gözbebeğidir. Ortadoğu ve Avrupa’da en verimli coğrafya, Osmanlı hâkimiyetinde kalmış ve insanoğluna sunulan nimetlerden istifade edilerek, o bölgelerde; “adalet, huzur ve güven” tesis edilmiştir.
İşte Uzungöl ve civarı ile Giresun gezimde gördüğüm Cennet güzellikleriyle birlikte Cennet güzeli insanların ilişkileri, misafirperverlikleri, sözlerinde ve hizmetlerindeki samimiyetleri, büyük şehirlerde ne kadar vahşice duygularla yaşadığımızı, buralarda ise ne kadar insanca yaşandığını bir kere daha gösterdi.
Gördüklerimi, anladıklarımı bir de düşündüklerimi paylaşacağım İnşaallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.