Açlığa övgü
“Hz. Peygamber’den sonra bu ümmetin başına ilk gelen belâ doyasıya yemektir. Çünkü insanlar karınlarını doldurduklarında bedenleri semizleşiyor, böylece kalpleri zayıf oluyor, şehvetleri serkeşlik ediyor.”
Buhari, Kitabü’z-Zuafâ’da yer alan Hz. Ayşe (r.anhâ) annemizin bu tespiti üzerinde çok iyi düşünmeliyiz.
Dünyada ve ülkemizde obezitenin hızla yaygınlaştığına dair haberleri sıkça işitiriz. Ancak, Ayşe annemizin dikkat çektiği “şehveti güçlendiren semizleşmenin kalbi zayıflattığı” vakıasını gereği gibi anlayabiliyor muyuz?
“Şehvet”in her türlü dünyevi arzu ve istekler, “kalb”in de akletme, hissetme, iman veya inkâr etme merkezi olduğunu hatırlatalım ve çağın insanı gibi, çoğu Müslümanın da şehvetleri peşi sıra koşturup, bir türlü aklını kullanamayışının altında yatan temel nedeni birlikte arayalım. Demek ki, doyasıya yemek bir belâ, bir felâket! Demek ki, aşırı yiyerek semizleşmek kalbi zayıflatıyor; katılaşıp kararmasına yol açıyor. Buna karşılık açlık ise, kalbi yumuşatıyor, inceltiyor, duyarlı hale getiriyor. Orucun bir hikmeti de bu olmalı: kalbi güçlendirmek…
Asrı Saadet’e iyice bakarsak, ashabın açlığı, yiyecek bulamamaktan değil bilinçli tercih ettiklerini görürüz.
İbn Büceyr anlatıyor: Hz. Peygamber (s.) bir gün çok acıktı. Karnına bir taş bağladıktan sonra şöyle buyurdu:
“Dikkat edin, çok nefis vardır ki toktur, yumuşak yatakta yatar. Fakat kıyamet günü aç ve çıplaktır. Dikkat edin, çok kişi vardır ki görünüşte nefsine önem verir; gerçekte ise, nefsini rezil etmektedir. Yine dikkat edilsin ki, bazı kimseler görünüşte nefsini rezil ediyor, gerçekte ise onu ikrama boğmuştur.” O gün aç ve çıplak kalma ey nefis!
Peygamberimizin sofrası hakkında Hz. Ayşe annemiz, şu bilgileri veriyor: “Muhammed’in ailesi iki gün arka arkaya arpa ekmeğinden doyasıya yemedi. Bu durum Rasûlüllah vefat edinceye kadar da böyle devam etti... Rasûlüllah vefat edene kadar hiçbir zaman hurma ve sudan doyasıya yememiştir… Rasûlüllah’ın önünden sofra, hiçbir zaman, yemek artığı olduğu halde kaldırılmadı… Rasûlullah hiçbir zaman doyasıya yemedi. İsteseydik yiyebilirdik. Fakat Rasûlullah başkalarını nefsine tercih ederdi.” O halde, sen de doyasıya yeme; açları düşün ey nefis!
Fedâle bin Ubeyd anlatıyor: “Hz. Peygamber ashabına namaz kıldırırken içlerinden bazıları kıyamda iken, namazın içerisinde açlık sebebiyle yere düşüyordu. Onlar suffe ashabı idiler. Hatta göçebeler ‘bunlar delilerdir’ derlerdi. Rasûlüllah namazı kıldıktan sonra onların yanına gider ve “Allah katında sizin için hazırlanan şeyleri bir bilseniz! Kesinlikle daha fazla fakir ve daha fazla ihtiyaç sahibi olmayı isterdiniz” derdi.” ‘Muhtaç’ kal ey nefis!
Abdullah bin Mesud anlatıyor: Rasûlüllah (s.) bir ara ashabının yüzlerinde görülen açlık emarelerine baktı. Onlara: “Müjdeler olsun! Üzerinize öyle bir zaman gelecektir ki herhangi birinize sabah bir kap tirit, akşam da bir kap tirit verilecektir!” dedi. “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz o gün hayırlı oluruz!” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.): “Bugün siz o günkünden daha hayırlısınız” buyurdu. Toklukta haddi aşma ey nefis! Zira toklukta hayır yok.
Bütün bu bilgiler, ümmetin doyasıya yemeye hatta israfa ve saçıp savurmaya yöneldiği sonraki dönemlerin ve özellikle de bugünümüzün, karınlara taş bağlanan, istense yenebilecekken doyasıya yenmeyen, fakirlerin ve muhtaçların kendi nefislerine tercih edildiği dönemlerden asla hayırlı olmadığını kesin olarak ortaya koyuyor.
Asrı Saadet’ten, konumuza dair ibretlik iki fotoğraf karesi ile yazımızı toparlayalım:
1) Allah’ın Rasûlü (s.) bir gün Hz. Fatıma’ya gelerek: -“Benim iki oğlum nerededir?” diye sordu. Hz. Fatıma:
-“Sabah kalktık. Evimizde yiyecek hiçbir şey yoktu. Ağladıklarında onları doyuramayacağımız için, Ali onları alıp dışarı çıktı. Sanırım onları falan Yahudi’nin bahçesine götürdü” dedi. Hz. Peygamber o tarafa yöneldi. Baktı ki Hasan’la Hüseyin hurmaların dibinde eşilen su çukurunda oynuyorlardı, önlerinde de taze hurma vardı. Ali’ye: -“Hararet basmazdan önce çocukları eve götürsen olmaz mı?” dedi. Hz. Ali: -“Ey Allah’ın Rasûlü, sabah kalktık, evde yiyecek bir şey yoktu. Eğer oturursan Fatıma’ya biraz hurma toplayayım” dedi. Hz. Peygamber de oturdu. Hz. Ali Fatıma için taze hurma topladı. Onları bir beze koyduktan sonra geldi. Çocuklardan birini Hz. Peygamber, diğerini Hz. Ali alarak eve getirdiler. İşte Peygamberimizin sevgili kızı, damadı ve torunlarının sofrası!
2) Hz. Ebubekir bir gün öğle zamanı mescide çıktı. Hz. Ömer de mescide geldi ve -“Ey Ebubekir! Bu saatte seni evinden çıkartan nedir?” diye sordu. Ebubekir: -“Beni çektiğim şiddetli açlık çıkarmıştır” dedi. Hz. Ömer de:
-“Andolsun, ben de bundan dolayı çıktım” dedi. Ömer (r.a) konuşurken yanlarına Hz. Peygamber (s.) geldi:
-“Sizi şu saatte evlerinizden çıkaran nedir?” diye sordu. İkisi de “açlıktan” dediler. Hz. Peygamber (s.) de:
-“Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ben de bundan dolayı çıkmışımdır, o halde kalkınız” dedi.
Üçü birlikte Ebu Eyyüb el-Ensari’nin kapısına vardılar. Ebu Eyyub (r.a), Rasûlullah (s.) ile Hz.Ebubekir ve Hz. Ömer’e (r.anhümâ) ikramda bulundu. Yemeği yiyip doyduktan sonra Hz. Peygamber (s.):
-“Ekmek, et ve çeşitli hurmalar…” dedi ve gözleri yaşardı. Sonra şöyle devam etti: “Muhammed’in nefsini elinde tutana yemin ederim, işte bu kıyamet gününde hakkında hesap sorulacak nimettir.” Bu durum ashabı endişelendirdi. Peki bizi de endişelendiriyor mu? (Yukarıdaki rivayetleri, M. Y. Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, 1/300-314’den aktardık.)
(NOT: Her gece saat 23.10’da, Berat TV’de “Kur’an İklimi” sohbetlerimizi izleyebilirsiniz.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.