Uzungöl’de Tesbih Namazı
İnsanın ulu orta aczini itirafı doğru bir şey değildir amma Yüce Yaratıcının hoşgörü ve bağışlamasına sığınarak, böyle bir şey yapayım istedim. Uzun zamandır hem de epey uzun zamandır, Tesbih Namazı kılmışlığım yoktu.
Beraat Kandili’ne Uzungöl’de denk geldim. Yeşilin, suyun, havanın, çiçeğin, böceğin ve iyi insanların hep bir arada bulunduğu sanki özel bir vadideydik. Nedense Uzungöl’e ayak basan herkes birden iyileşiyor ya da bana öyle geliyordu.
Beraat Kandili akşamı, İnan Otelin sahibi Dursun Ali İnan; “Bugün Beraat Kandiludur, camiye gelecek misun” dediğinde uyandım. Öyle ya gezideyim diye ibadet de tatile girmemişti ya. Üstelik Uzungöl’ün en sevilen imamlarından Ahmet Kadıoğlu gibi güzel insanlardan birini de görebilecektim.
İçi dışı ahşaptan yapılmış şirin mi şirin camide neredeyse dünya insanlığı karması vardı. İngiltere, Suudi Arabistan, Kuveyt, Almanya, Danimarka ve Cezayir’e kadar pek çok ülkeden insan, Uzungöl’ü gezmeye görmeye gelmişlerdi.
Renklerimiz ayrı, dillerimiz farklı ama dinimiz bir olan insanlarla Beraat gecesi aynı safta buluştuk. Hep birlikte Allah’a ibadet edip, Efendiler Efendisi (s.a.v.)’e salâvat getirdik. Din birliği; kaynaşmamızı, selamlaşmamızı ve kucaklaşmamızı sağlamıştı.
Ahmet hoca yatsı namazını müteakip, “Tesbih Namazının” ifa edileceğini, namazın uzun süreceğini ve ihtiyarların zorlanabileceğini, bu yüzden isteyenlerin eda edebileceğini söylemesi üzerine, taze ihtiyarlar ile gençler karması camide kaldık. Gençler sıralamasından çıkıp, ihtiyarlığa doğru adım attığım için ben de taze ihtiyarlar sınıfına dâhil oldum.
Ahmet hoca, Tesbih Namazını Muhammed Akyüz hocanın imametinde ikame edeceğimizi beyan ederek o da cemaatin safına geçti. Alın terini kutsal bilen bir işçi gibi, namaza dört elle sarıldık ve huşu içerisinde eda ettik. İlk defa şeytan sınıfta kalmıştı.
Namazdan sonra doğrusu paslandığımı hissettim. Allah’tan biraz utandım, biraz sıkıldım ama böyle bir nasiple nasiplenmiş olmaktan da memnuniyet duydum. Caminin yarısından fazlası gençlerden oluşuyordu. Artık camiler ihtiyarların buluşma noktası değildi.
On parmağında on marifeti olan Mehmet İnan, gençlerin başıydı. Mehmet; kemençe çalar, saz çalar, şiir yazar, beste yapar, camiye gider, garsonluk yapar, aşçılık yapar, müdürlük yapar, hizmette sınır tanımaz ama Karadeniz’in havası gibi değişkendir, ne zaman güldüğü ne zaman bozuk olduğu belli olmaz fakat Beraat Gecesi tüm sevecenliği üzerindeydi.
O gecenin bir başka sürprizi dolunaydı. Tüm sıcaklığı ve aydınlığı ile dağların ve zirvedeki dev ağaçların arasından süzülüp, yolumuzu aydınlatan fenerdi. Gökyüzü dolunay ve yıldızlarla bayram ederken, yeryüzünde de insanlar ibadet bayramı yapıyordu.
Hakikaten Uzungöl’ün gecesi başka, gündüzü başka güzeldi. Hele gölün ilk giriş kısmındaki iki minareli camisi yok mu, gelen giden herkesi büyülüyordu. Cami ve minareleri, göl ile bütünleşmişti. Ne göl camisiz, ne de cami gölsüz yapamaz durumdaydı.
Allah biz kullarına Uzungölü bahşetmiş, kullar da şükrederek gölü süslemiş ve camiyi göle gerdanlık yapmışlardı. Hemen arkasında bulunan ve geçmişini koruyan köy ve yine içindeki cami ise; “Ben buradayım” diyen şefkatli bir baba gibi beklemekteydi.
Suyun ve yeşilin olduğu her yerde tefekkür etmemek mümkün değildir. Tefekkürün ne demek olduğunu bilenler ve tefekkür etmek isteyenler, genelde ya dağ başlarını, ya yeşili ya suyun olduğu yerleri seçerler. Dahası üçünün ve fazlasının bulunduğu noktaları tercih ederler.
Çünkü insanın namaz dışında Yaratıcısına en çok yaklaştığı yerler; dağlar, tepeler, yeşil ve suyun birleştiği noktalardır. İşte Uzungöl; hem bu dünyasını hem öteki dünyasını mamur etmek isteyenler için “dinlenme ve tefekkür” merkezi gibidir. Tabii bu tercih, kişiden kişiye değişir. Benim penceremden görünen Uzungöl böyleydi. Başkaları da farklı görebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.