Nusret Çiçek

Nusret Çiçek

Asker ekiyor, siyaset biçiyor

Asker ekiyor, siyaset biçiyor

YAŞ toplantıları sona erince, ülkede değişik rüzgârlar esmeye başladı.
Çokça rütbeli hakkında mahkemelerden yakalama kararı verilmesi, kimilerinin de hapse atılması, terfilerin 1 yıl geciktirilmesi gibi uygulamalar pek de alışık olduğumuz olaylardan değil.
Sanki askerî vesayet son bulmuş gibi bir hava...
Ama bütün bunlar, kıyısından-köşesinden teğet geçip asıl içeriğine inilmediği takdirde sonuç olarak bir şey değişmeyecek. Sadece 1. Ordu Komutanı’nın soruşturma sebebiyle terfi ettirilmemesi, askerî vesayetin kaldırılması için kafi değildir.
Siyasi irade, yasal yetkilerini kullanmakta kararlı olmalı...
Örneğin; Ağır Ceza’lık bir suç işleyen subayı Milli Savunma Bakanlığı yargılama sonuna kadar açığa almakta kayıtsız davranıyorsa, yetki kullanmak açısından çekingenlik gösteriliyor demektir. Aynı kural, Kuvvet Komutanları için de geçerli...
Normal bir memur, Ağır Ceza’lık suç işlediğinde soruşturma sonuçlanıncaya kadar açığa alınıyor da, subay olunca neden alınmıyor sorusunun cevabı muallakta.
Ne var ki; askerin vesayetine soru sorma süreci her şeye rağmen başlamıştır. Siyasi iktidar bundan sonrasında terfi ve tayinlerin kolay geçmeyeceği sinyallerini vermektedir.
Bu bağlamda öncelikle 28 Şubat sonrasını irdelemek gerekiyor.
O gün bugün askerî okullarda verilen eğitimin ana unsurunda Müslüman halkımızın inancı irtica kapsamında değerlendiriliyorsa, asıl tehlike bana göre buradan başlıyor.
Bu uygulama hem ordunun kendi eliyle yıpratılması, hem de ileride halk ile askerin karşı karşıya gelmesi anlamına gelir. Öylesi tehlikeli bir tırmanma, ülkenin geleceği açısından pek de parlak görünmüyor. Nasıl bir iş ki; asker ocağı, halkın inançları ile çelişir?..
Tabloya bakıyoruz; kışlalardaki camilerde ezanlar susturuldu, subay kesiminin camilere gitmesi genelge ile yasaklandı. Askerî alanlara başörtülüler ile sakallılar alınmıyor...
Kimin evini kime yasaklıyorsun?
O kadarla bitse...
Harp okulu ile askerî liselere alınacak öğrencilerin aileleri gizlice takip edilerek içlerinde örtülü veya sakallı varsa, bunlar da sakıncalı.
Daha önceden yazmıştım, bu ülkeye 34 yılını veren bir hakim olarak eşim kapalı olduğundan F-16 Jet üssünün sünnet düğünü alanına beni de almadılar. Kapıdan döndük...
Demektir ki bir generalin terfi ettirilmesi ile değişen bir şey olmuyor.
Cumhuriyet ideolojisinin ilkeleri olarak dayatılan tabular hâlâ yerli yerinde.
Kafada başka sorular da yok değil.
YAŞ öncesi Balyoz Darbe Planı kapsamında haklarında yakalama kararı verilen 101 askerî şahsın, yakalama kararının YAŞ sonrasında hemen İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından oy çokluğu ile kaldırılması ne anlama geliyor? Haklı bir soru...
Sormaz mıyız? Bu kadar askerin yakalanması neden çıkarıldı, sonra da ne oldu ki kaldırıldı?
Şayet yargı, bir noktada karar kılamıyor, bugün yaptığını yarın silebiliyorsa, demektir ki bu cenahta sıkıntı var. Birileri mi etki ediyor? Yoksa, yakalamalar gerçekten keyfî mi oluyor?
Veya YARSAV gibi dernekler yargı alanında kurulduktan sonra cepheleşmeler mi başladı?
Neler oluyor?..
Tutuklama ile yakalama ciddi bir olaydır.
Bu sahada karar verecek hakimin dosyadaki delillere bağlı olarak iyi düşünmesi lazım.
Salanlar için de aynı kural geçerlidir...
Medya sayfalarına yansıyanlara baktığımızda, başka gündemler açılıyor önümüze.
Birtakım yüksek rütbeli kişilerin serbest bırakılmalarında “bizim mahkemeler!” giriyor devreye. Veya nöbetçi hakimlerin kısa süreli görevden faydalanarak darbe zanlılarını serbest bırakmaları, eski tas eski hamamın devamı olarak çıkıyor karşımıza...
Sen nöbetçi hakimsin, itirazları yapılan bir dosyayı ele alıp zanlılarını apar topar nasıl serbest bırakabilirsin? Ne kadar “haklıyım” desen de sözünü kimseler dinlemez.
Bırak mahkemesi ne yaparsa yapsın, acelen ne?..
Şimdi de Savcı Zekeriya Öz’ün Baykal hakkında “soruşturma başlattık” açıklamasına İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın “onun öyle bir yetkisi yoktur” şeklindeki karşı açıklaması, kafaları daha da karıştırdı. Aynı adliyenin savcıları farklı açıklamalarda bulunuyorsa, akla ilk gelen, dernekçiliğin buralarda etkin olup olmadığıdır...
Öyle ya; başsavcı başka, savcı başka telden çalarsa akla ne gelebilir?
Benim bildiğim, başsavcının o tip bir açıklama yapma yetkisinin olmadığıdır.
Cumhuriyet Savcıları soruşturma yaparken birilerinden ille de emir almak gereğini duyuyorsa, o yargı baştan bağımsızlığını yitirmiş demektir.
Demektir ki birinci vesayet buradan başlıyor.
Asker, Cumhuriyeti 35. Madde’ye göre korurken, başsavcılık da soruşturmaları savcılara karşı koruyor olması, havaları ister istemez başka noktalara çekiyor.
Savcıların soruşturmaları, yasanın dışında değildir, ihbar aldıklarında gereğini yaptıktan sonra ya dava açarlar, ya da takipsizlik verirler. Üçüncü şık ise, soruşturma yetkisi yoksa evrakı ilgilisine gönderir. Savcı daha elini atmadan “Yetkin yoktur, biz bu soruşturmayı geçirmeyiz” demek, bence yasal değildir...
Diğer taraftan CHP’nin 35. Madde’yi “kaldıralım” değil, “değiştirelim” havası ile vermiş olduğu teklifin referandum öncesine rastlaması, popülist politika anlamında talihsiz bir çıkış olarak değerlendiriliyor. CHP tarihi 35. Madde üzerinden siyasi oyun oynuyor, yoksa bu madde tümden kaldırılsın derdinde değildir. Açın okuyun, CHP’nin teklifi eskisi gibi. Maksat gündem olsun, yoksa vesayeti kaldırmak gibi bir niyeti yok...
O bakımdan, sonuçta havalar hep aynı, vesayet ekiyor, siyaset biçiyor...


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nusret Çiçek Arşivi