Çalışacağınız bankayı iyi seçin, üzülmeyin!
Şubat 2001 krizinde kelimenin tam anlamıyla üzerlerinden silindir geçen bankalar, düzenleyici ve denetleyici kurumun sıkı çalışmasıyla standartlarını gelişmiş ülke bankalarının dahi üzerine çıkardılar. Bu krizi atlatarak ayakta kalan ve faaliyetlerine devam eden bankalar 2010 yılının ilk yarısına ait net kârlılıklarını geçtiğimiz günlerde açıkladılar. Özel sermayeli dört büyük bankadan birisi, yılın ilk 6 ayında 2 milyar TL’ye yakın net kâr açıkladı. Bu rakam, çalışan personel sayısına orantılandığında bankanın personel başına 6 ayda yaklaşık 112 bin TL net kâr elde ettiği sonucu ortaya çıkıyor. Personel başına düşen kârdan giderek bir genelleme yaptığımızda; etkin bir şekilde yönetilen, fevkalâde kârlı bir sektörde faaliyet gösteren ve 30 çalışan personeli olduğunu varsaydığımız hangi işletme Türkiye’de 6 ayda 3,5 milyon TL net kâr elde edebilir?
Reel sektör tarafından, güneşli havada müşterilerine şemsiye verip yağmur başladığında verdiği o şemsiyeyi geri almakla itham edilen bankaların bu yüksek kârlılıkları dikkat çekici. Çok haksız ve sert bir eleştiri değil bu, güneşli havada verdiği şemsiyeyi yağmuru bile beklemeden, hava karardığında geri alan bankaların örneklerini ülkemizde maalesef yakın zamanda gördük. 2008’in ikinci yarısında Amerika’da mortgage (konut kredileri) krizi ile patlak veren ve akabinde tüm dünyaya sıçrayan son yaşadığımız bankacılık krizinde, ticari kredi verdiği firmaya 3 gün sonra dönüp “aldığın krediyi hemen kapatacaksın, tüm borcunu hemen ödeyeceksin” diyen ve çalıştığı firmayı epey zor durumda bırakan bankalar maalesef görüldü. Kayseri’nin göz bebeklerinden 75 yıllık tekstil imalatçısı ve ihracatçısı Karartaş Grubu’nun kredilerini 6 ay erken çağırarak fabrikalarda üretimin durmasına, binlerce insanın işsiz kalmasına ve grubun bir şirketinin haraç mezat icradan satılığa çıkarılmasına neden olan iki özel banka örneği unutulacak gibi değil. (bankalar, bireylerin kullandığı konut, taşıt gibi tüketici kredilerini ise erken ödemeye zorlayamazlar, kanunen, tüketici kredilerinin taksitleri erken ödenebilmekle birlikte, taksitin vadesi ne zaman ise o zaman ödenir)
Dünya ekonomisi en büyük finansal ekonomik buhranlarından birini henüz atlatamamışken, gelişmiş ülkelerin batmaz denilen bankalarının dahi tel tel döküldüğü bir zamanda bizim bankalarımızın bu yüksek kârlılıklarının sırrı ne? Bu sorunun temelde iki cevabı var: ilki, 2001 krizinden itibaren bankaları denetleyen kurumun (BDDK) oldukça etkin bir düzenleme ve denetleme yaparak sektöre çeki düzen vermesi, ikincisi, banka müşterilerinin, kurumsal müşterilerin dahi, maalesef henüz yeterli bilince ulaşamamış olması! Bu ikinci etken üzerine biraz konuşmakta ve konuyu örneklendirmekte fayda var.
Bankaların sürekli daha da yüksek kâr elde etme hırsı, o bankanın, müşterilerinden gayrı ahlaki, etik olmayan yollardan kazanç elde edebilmek için fırsat kollamasına neden oluyor. Bu konuda denetleyici kurumdan ziyade biz müşterilere görev düşüyor aslında; bu tarz çalışmaya yatkın bankaları diğerlerinden ayıklamak ve bu bankalarla çalışmamak yapabileceğimiz, yapmamız gereken en temel ve haklı eylem. Bunu somut örneklerle açabiliriz; sektördeki dört büyük banka milyonlarca müşterisinden yıllık ortalama 70 TL (evet, yetmiş Türk Lirası!) hesap işlem ücreti adı altında etik olmayan ücretler alıyor ve bunları gelir olarak yazıyorlar. O kadar ki, bu yıl ilk 6 ayda 2 milyar TL’ye yakın net kâr açıklayan bankanın bu kârının yaklaşık 1 milyar 100 milyon TL’si bu ve benzeri gelirlerden oluşuyor. Bir başka örnek ise internet-telefon bankacılığı vasıtasıyla yapılan para gönderme (EFT) işlemlerinden alınan ücretler. Yine sektör lideri bu dört büyük banka, internetten yaptığımız bu tür işlemlerden minimum 3 TL, telefon bankacılığından yaptığımız işlemlerden ise minimum 15 TL ücret alıyorlar. Ticari fon kullandırımlarda, kullandırdığı fonu geri çağırmayacağını, müşterisine “kredi borcunun kalan tüm taksitlerini hemen ödeyeceksin” demeyeceğini taahhüt eden, hesap işletim ücreti almayan, internetten ve telefon bankacılığı vasıtasıyla yapılan işlemlerden komisyon vs almayan bankalar da sektörde faaliyet göstermekte iken, bizim müşteri olarak diğerlerini tercih etmemiz ne kadar mantıklı? Bankayla işimiz olduğunda bizden etik dışı veya rekabet dışı ücretler talep eden, bunun yanı sıra kaliteli bir hizmet de sunamayan bu tür bankaların gönüllü müşterileri olup, yazın sıcağında kışın soğuğunda kapılarında kuyruk olmaya gerek yok. 32’si mevduat ve 4’ü katılım bankası olmak üzere toplamda 36 finansal kuruluşun yer aldığı ve yoğun bir rekabetin yaşandığı bu sektörde hiçbir banka vazgeçilmez değil. Bilinçli bir müşteri olarak bankalarla çalışmadan evvel bankamızı dikkatlice seçmek durumunda olduğumuz ise âşikâr. Türk Ticaret Kanunu’nun tüccarda bulunması gereken özelliklerden biri olarak ifade ettiği “basiretli olma” vasfı, bazı bankaların değil, sektördeki tüm bankaların da sahip olması gereken bir vasıf olmalıdır. Biz müşteriler ise bankaların bu vasfı edinmelerinde en önemli faktörlerden biriyiz. Bilinçli olalım, müşterisini “kazan-kazan” mantığıyla iş yaptığı bir ortağı olarak gören, etik bankacılık yapan bankalarla çalışalım, çalıştığımız bankayı bu kriterlere göre yeniden değerlendirip bankamızı iyi seçelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.