Muhteşem bir ''yalakalık'' yazısı!
Haydi modaya uyalım; diyelim ki: “Mahkeme kararlarına saygı duyalım” Ama ben modayı takip etmeyi pek bilmem; “üstüme yakışanı” giymeyi sevdiğim gibi “hukukun üstünlüğüne” yakışan kararları da severim.
Velhasıl, ben her mahkeme kararını sevmemek gibi bir “nakısa ile malulüm”.
Eğer bir başsavcı tam manasıyla saçma sapan bir iddianame tanzim ediyorsa, hele hele Anayasa Mahkemesi Anayasa'yı bizatihi çiğniyorsa, ben şimdi “gülücük” mü dağıtacağım?
Benden “gülücük” talep eden bazı “sırıtkan” yazarların haysiyetsizliğine ortak mı olayım?
Ne saygısı, neyin saygısı ve kime saygı ve niçin saygı?
“Mahkeme kararına uymak ile “mahkeme kararına saygı göstermemek” arasındaki o ince nüansı bilmekten aciz olanlara neyi nasıl anlatacaksın?
örneğin; mahkemede sanık olarak yargılanırken suçsuz olsanız dahi hapis kararı verilirse elbette bu karara uymanız gerekir.
Yani çıkıp “Ben suçsuzum kardeşim; beni cezaevinden içeri sokamazsın” diyemezsiniz.
Ama size verilen bu hapis cezası hiçbir kanıta dayanmadan verilmişse ben bu mahkemeye ve bu hakime nasıl saygı duyarım?
Allah aşkına söyleyin, yalvarıyorum söyleyin..
“Ben başörtülü kızla başı açık kızları el ele görmek istiyorum” diyen Başbakan Erdoğan'ın bu sözünü kapatma davasına delil olarak sunan başsavcının zihin şablonuna ben nasıl güveneyim ve bu vicdan sapmasına niçin saygı duyayım?
Başbakan Erdoğan kalkıp “Ben üniversitelerde sadece başı kapalıların okumasını istiyorum” ya da “Başı örtülü kızlar ile başı açıkların göze göz dişe diş olmasını istiyorum” mu dedi?
Elbette bunu söylemiş olsaydı, Anayasa Mahkemesi'nde değil ama kendi vicdanımda Erdoğan'ı mahkum ederdim.
O zaman sorun nedir veya o zaman sizin “derdiniz” nedir?
367 denilen garabet ve ucube numunesi yetmedi mi?
Anayasa'nın bekçisi olan bir kurum nasıl olur da Anayasa'yı koruyayım derken Anayasa'yı çiğneyerek Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü dahi davaya dahil eder?
Teşbihte hata aranmaz ama bir bekçi, korumakla yükümlü olduğu bir işyerini basar mı?!
Evet cümlenin bu “cumhurbaşkanını dahi..” kısmı önemlidir; çünkü bu “bile” tek başına nasıl bir hukuk anlayışına sahip olunduğunun çok bariz ve çok sarih bir göstergesidir.
Ama bu memleketin en büyük barosunda başkanlık “yapabilmiş” olan Turgut Kazan gibi hukukçular kanaat önderi olabiliyorsa, biz artık neyi tartışmış oluyoruz?
Baksanıza ne demiş Turgut Kazan: “Gül'ün davaya dahil edilmesine karşı çıkan dört üye, davanın sonraki oturumlarına katılamaz. çünkü bu üyeler Gül'ün siyaset yasağına karşı çıkarak görüş açıklamıştır.”
İşte akıl kopması ve vicdan savrulması böyle bir şeydir.
Bu “sakat” hatta sakat bile değil “ölü” mantığa göre, Cumhurbaşkanı Gül'ün siyaseten yasaklanması konusunda görüş bildiren yedi üye görüş açıklamış olmuyor!
Yani bu yedi üye “ne” açıklamış oluyor?
Bu üyeler “hukuk”tan boşanıp “CHP” ile nikah akdi yapılması konusunda mı görüş açıkladılar?
Hiç sanmıyorum!
Oysa Avukat Turgut Kazan iyi bilir ki hukukta bir de “iddet müddeti” denilen bir süre vardır.. Bu süre 300 günden ibarettir ve bu süre geçmeden yeni birisiyle evlenilemez.
İddet müddeti, hesaplamalarıma göre henüz geçmemiş bulunmaktadır; çünkü 22 Temmuz'un üzerinden henüz 300 gün geçmemiştir!
Evet Kazan, “dört üye görüş açıkladı, oturumlara katılamaz” diyordu ya..
Ben de Kazan'a soyadından mülhem herkesçe bilinen Nasrettin Hoca fıkrası ile karşılık vermek istiyorum: “Sayın Kazan, 'kazan'ın doğduğuna inanıyorsunuz da öldüğüne niye inanmıyorsunuz?”!
Hayır burada mahkeme üyelerine “taş” atıp istifa etmeleri gerektiğini söylemiyorum.
“Taş” ve “istifa” deyince aklıma statik CHP kafası geldi: Biliyorsunuz seçimlerden üç ay önce ulaştırma bakanı dahil üç bakanın istifası gerekiyor.
Sebebi de şuymuş: İsmet İnönü'nün bindiği trene taş atmışlar. Bunun üzerine İnönü anayasada değişiklik yo-luna gitmiş.
çünkü taşın atıldığı tren TCDD'ye, bu kurum da ulaştırma bakanlığına bağlı imiş ve bu da bakanın tarafsızlığına halel getiriyormuş.
Tabii o esnada taş atılan trene bakan bir “öküz” var mıydı, bilmiyorum.
öküz vardı ise, dönemin hayvancılık bakanının istifa etmesinin yolu niçin açılmadı?!
İnanıyorum ki, 1961'de kurulan Anayasa Mahkemesi, şayet 40'lı yıllarda mevcut olsaydı hayvancılık bakanına muhtemelen “beş yıl siyaset yasağı” getirirdi!
üstelik “öküzler” bu işe “pek bi sevinirdi”!